Üstündekini çekiştirdi genç çocuk, esen şiddetli rüzgarda dengede durmaya çalıştı. Soğuk ve karanlık geceyi aydınlatan sokak lambalarının eşliğinde duyulan tek şey ayak seslerinin karda çıkardığı sesti. Fırtına başlamadan önce bir yere girmesi gerektiğini düşünürken üşüyen ellerini birbirine sürttü, yolun kenarındaki minik han tarzı yerin camından yansıyan hafif mum ışığını görüp ona doğru ilerledi. Bir yandan fırtınadan önce sığınacak bir yer bulmak için hızla oraya doğru yürüyordu, bir yandan da karın içinde kendini dengede tutmak için emin adımlarla ilerliyordu.
Kapıyı araladığında çan sesi kulaklarını doldurdu, bira bardaklarını silen Hancının bakışlarını ona doğru yönelttiğini fark edip içeri girdi.
"Merhaba genç adam," dedi yaşlı Hancı elindeki bardağı kurulayıp önündeki tezgahtan yenisini alırken. "Bu kadar geç saatte hangi rüzgar attı seni buraya?"
Çocuk kafasını çevirip etrafı inceledi; Pastel tonlarında kırmızı ve kahverengi tuğlalardan yapılmış, şöminenin etrafını sarmalayan ve sıcacık bir ortam oluşturan süsler vardı. Duvarlarda asılı olan tablolar bu yeri daha samimi bir hale getiriyordu. Eskimiş ahşap masalar odaya düzensizce dağıtılmıştı, çocuk etrafı incelerken içeride ucuz bira kokusuna bir kokunun daha eşlik ettiğini fark etti. Yan taraftaki sarı menekşeleri görür görmez beynine hücum eden anılarla savaşmak zorunda kalmıştı.
"Menekşelerden hoşlandın sanırım?" Hancı'nın gür ve uzun bıyıkları gülümseyince daha da yukarı kalkıyordu.
"Menekşeleri çok severdim," dedi çocuk acı acı. "Özellikle sarı olanları."
Hancı elindeki bardağı silerken çocuğu süzdü; Sapsarı saçları kulaklarının hizasında kesilmişti, okyanus mavisi gözleri mum ışığında eşsiz bir renge bürünmüştü.
"Artık sevmiyor musun?"
"Bilmiyorum," dedi çocuk. "Onları sevmek acı veriyor."
"Sana bira koyuyorum," dedi Hancı sorar gibi.
Çocuk başını salladı. "Teşekkür ederim."
Hancı başını usulca hareket ettirdi. "Anlat bakalım delikanlı, bu havada yollara düşürecek kadar ne üzdü seni?"
Hancı'nın önüne koyduğu birayı süzdü çocuk. "Uzun hikaye.."
"Benim vaktim bol," dedi Hancı çocuğun tam karşısına oturup. "İçkilerim de bol, adını söyleyerek başlamaya ne dersin?"
"Armin."
"Pekâlâ Armin, bana menekşelerden bahset," dedi Hancı. "Neden bu kadar üzdüler seni?"
"Çünkü bilmiyordu," dedi Armin. "Kalbinin yerini bilmiyordu."
Bir süre kafasını toparlayıp odaklanabilmek için sustu. O an içeriyi sadece şömineden gelen odun sesleri dolduruyordu.
"Nasıl yani?" dedi Hancı.
"Olmayan bir şeyin yerini söyleyebilir misiniz?" diye sordu çocuk usulca. Hancı bir anlığına duraksadı ve onu onayladı.
"Kalpsiz biri kalbinin yerini bilemez," dedi çocuk. "Akılsız ise bunu bile bile gider ve kalbinin yerini bilmeyenin kalbini sever."
"Olmayan bir şeyi sevemezsin," dedi Hancı. Genç adam iki yana doğru kafasını salladı.
"Ben sevdim, olmayanı sevmek acıdan başka bir şey getirmedi bana."
"İsmi neydi?" diye sordu Hancı. Armin bir bira daha isterken gözünü ovuşturdu.
"Kalbinin yerini bilmeyen kız," dedi yarı alayla. "Adı Annie'ydi ve hayatımda gördüğüm en kalpsiz insandı."