Olimpos/İlahi Bakış Açısı_
Hayat eline bir kalem aldığında, Ölüm'ü yarattı. Kendini yok edebilecek yegane varlığı...
Hayat kendi zıttını yaratmışken, yaratabilen varlıkları yarattı. Bu varlıklar bedenlere sahiptiler, bir insan veya elf gibi değildiler. Onlar birer Titan'dı.
Ölüm yok eden varlıkları yarattı, öldürebilen canavarları. Canavarların bedenleri karanlıktan ibaretti.
Titanlar tanrıları yarattı, canavarlar içlerine yok etme ve hükmetme arzusunu koydu. Böylelikle tanrılar insanları yarattı.
Her gezegene bir insan ırkı yerleştirdiler, zamanla uygarlıklar oluştu. Savaşlar başladı, kaos her yeri yakıp yıktı. Canavarlar gezegenler üzerinde hakimiyetine başladı.
Küçük, fakat değeri büyük bir gezegen vardı. Üzerinde kimse yaşamaz, karanlıkta kendini kimseye göstermezdi. Geceleri ışığını güneşten alırdı, insanları parlaklığı ile yanıltırdı.
Oysa o kapkaranlıktı, canavarlar tarafından karanlığa gömülmüş bir gezegendi. Üzerinde bir titan yaşardı, koruduğu gezegenine inat parlaktı. Işık dolu ve savaşcı ruhluydu...
O; ayın koruyucusu, hükümdarı ve kendisiydi. Lanetli bir kraliçe, umutsuz bir anneydi. Bedeni ışıktan oluşmaya mahkum olmuş, ruhu da bedeni olmuştu. Bazen uzaktan onu izliyor, bazen hafızasını sildiği hükümdarlara bakıyordu.
Gücünü toplayamıyordu, adeta yok olmuştu. Kimse onu duymuyor, görmüyordu. Fakat bir ışık, uzayın boşluğunda kendisini bulduğunda içinde bir parça umut buldu. Ona sıkıca sarıldığında, ilk yaptığı şey onu uyarmak oldu.
O savaş meydanına inmek ve onu uyarmak, olduğu kişiyi öğrenmesini sağlamak oldu. Başardığını düşünüyordu da, sadece biraz sinsi bir karaktere sahip olduğunu yeni fark etmişti.
Masum ve dürüst davranıyormuş gibi bir hâli olsa bile, içine doğan hisler ikilemdeydi. Anlamış mıydı? Yoksa gönderdiği ışığı işe yaramamış mıydı?
"Seni sinsi kız..." diye fısıldadı yukarıdan izlediği diyara bakarak.
"Demek anladın ve canavarlara savaş açtın?" dedi ışıktan bedeniyle etrafta süzülürken.
'Beni bile bir ara kandırdın...' diye düşündü keyifle.
Bakışları olimposun tanrılarına döndü. Aşk tanrıçası ve ölüm tanrısının hiddeti tüm olimposu boğmuştu.
"Yazık size." dedi ışıktan beden. "Düşmanlarınızı çok çabuk unutuyorsunuz..."
Oysa o öyle miydi? Milyonlarca yıldır izlediği düşmanları sinsice taşlarını oynatırken, karanlığı her yere görünmez bir sis gibi yaymışlardı. Tek yapmaları gereken ise ışığı kapatmaktı.
Işıktan beden hiç bir şey yapamıyordu, laneti sadece etrafı izlemesine ve sessizce etrafta dolaşmasına olanak sağlıyordu.
"Bir gün sende gideceksin." dedi o. Sesi hemen arkasından gelmişti. Bu boş gezegenin karanlık gökyüzüne doğru sesi yükseldi.
"Lanetli ışıktan ruhun, artık onun gölgesi olmayacak." diye sesini yükseltti. O zehirliydi, kapkaranlıktı.
"Neden beni de yemiyorsun?" diye ona döndü. Sarıya çalan parlak saçları ve parıldayan teniyle gerçek bir bedeni andıran ışıktan bir bedene sahipti o. Fakat sadece ruhtu, bedeni çoktan yok olmuştu.
"Sen Ay'sın. Karanlığa gömülü ışık mı, yoksa ışığa gömülü karanlık mısın belli değil. İşler böyleyken seni yiyemem." dedi canavar şekline bürünmüş karanlık. Kırmızı gözleri zevkle ona döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LAİLA- Gece Ruhu
FantasíaBu, siyah ile beyazın ilahi çatışması. Kandan dökülen can, gözden düşen yaş. Görünmeyen gerçekler ve görünürdeki yalanlar pusuda beklerken, düşen yaşlar aralar kapıları. Say baştan, Zaman, gerçek, his... İlahi üçlü çarpışırken, görünmeyen herkesi...