Elf Diyarı/ Laila_
Üzerimdeki mavi elbiseyle aynanın karşısında dikilirken, gözlerim iyice süzüyordu bedenimi. Üzerimi tekrar tekrar süzerek kendimde kusur arayışım, dışarıda dakikalardır bekleyen Prens'in varlığını hatırlayışımla bölündü.
Dalgalı saçlarımı geriye atıp eteklerimden hafifçe tuttum. Zarif adımlarla dışarıya çıkarken özgüven yüklü sürat ifadem, sanki az önceki olay çok olağan bir durum yaşamışım gibi hissettiriyordu. Benim için sinek ısırığı kadar etkisi yokmuş gibi hissettirmeliydim.
Arkası dönük bekleyen Prens, bilerek sesli attığım adım seslerimi duyup arkasını döndüğünde, kulaklarının hafifçe kızarmış olması ilk fark ettiğim detaydı. Yüzü her zamanki gibi yıkılmaz kimliğini takınmış, bana bakarken yumuşadığını fark ettiğim sürat ifadesiyle birlikte beni tepeden tırnağa süzüyordu.
Saçlarımda gezinen gözleri aceleci değildi. Omuzlarıma inen bakışları kararmaya yüz tutmuştu. Boynumdan çeneme, oradan dudaklarıma ve gözlerime çıkan gözleri bana yakalandığını anladığında hafifçe kısıldı. Meydan okuyan bakışı keskindi, dudağının kenarında oluşan kıvrım ise davetkardı...
Sadece gözlerimizle konuşabildiğimizi anladığımda aklımda yine babamın sözleri vardı.
"Mutsuzluk ve anlaşmazlık en son korktuğun olsun. Unuttun mu, hayat düşe kalka öğrenilir."
Öyle oluyordu galiba. Kısa süredir tanıdığım adamı her hareketinden anlayacak seviyeye gelmiştim. Uyumu hissediyordum. Varlığından rahatsız olmayışımı, varlığını yanı başımda hissedişimin hoşuma gidişini de öyle.
Ona alışıyordum...
Dirseğini hafifçe kırarak koluna girmem için olanak sağladığında ve diğer kolunu bir kavalye edasıyla belinin arkasına doğru kırdığında, yavaşca ona doğru ilerledim.
Koluna girip başımı hafifçe kaldırarak yüzüne baktığımda, gözleri hâlâ gözlerimdeydi. Yavaşça kapıya doğru ilerledik. Oradan koridora girdik ve aynı adımlarla yolumuza devam ettik.
Hafif bir U dönüşüyle birlikte karşımıza çıkan mermer merdivenleri inerken, topuk seslerimiz koridorlarda hafif bir yankı yapıyordu. Merdivenlerin bitişiyle olabildiğince ahşap bizi karşılarken, işlerinin başlarında olan hizmetliler bize reverans yapıyorlardı.
En sonunda mumlarla aydınlatılmış geniş hole geldiğimizde çift kapılı büyük salon bizi karşıladı. Hizmetliler bizin için kapıyı iki yana açarken, akşam saatlerinde olduğumuzdan dolayı içerisi onlarca mumla aydınlatılmıştı. Yüzlerimize çarpan ışık ile birlikte Dean ile aynı anda içeriye adımımızı attığımızda, geniş gece mavisi koltuklara oturmuş Kral ve babam bize döndü.
Beraber koltuklara ilerledik. Karşılıklı duran iki koltuk ve ortasında turan ikili koltukların hemen önünde büyük kare bir sehpa vardı. Siyah mermerden yapılmış mermerin gümüş çerçevesi mum ışıklarıyla gözlere hoş ışıltılı bir yansıma sunarken, ortadaki koltuğa ilerledik. Sağımızda Kral, solumuzda ise babam vardı.
Kral'ın otoritesi hasta hâline rağmen kendini belli ederken, birkaç kez elindeki mendile öksürdü. Mendilin beyaz yüzünün kolayca kırmızıya boyandığını hissettiğim an, Dean'ın kaslarının gerildiğini hissettiğim an ile eşdeğerdi. Ve tabiki de içindeki endişe tohumunun yeşerdiği andı...
Oturduğum yerden hafifçe ayağa kalktım ve kapıdaki hizmetlilere bağırdım.
"Hanım Lena'ya söyle, su getirsin hemen!"
Hizmetli kocaman olmuş gözleriyle alel adele başını sallayıp salondan çıkarken, Dean babasının yanına yerleşmişti. Ellerini babasının kanlı mediline yönlendirdi. Kral elini geri çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LAİLA- Gece Ruhu
FantasyBu, siyah ile beyazın ilahi çatışması. Kandan dökülen can, gözden düşen yaş. Görünmeyen gerçekler ve görünürdeki yalanlar pusuda beklerken, düşen yaşlar aralar kapıları. Say baştan, Zaman, gerçek, his... İlahi üçlü çarpışırken, görünmeyen herkesi...