| Peki neden beni seviyorsun?
Kollarını göğsünde birleştirip sağ ayağını tekrar sertçe yere vurdu. "Sizinle gelmeyeceğim dedim." Kaşlarını çatmış ve yüzüne korkutucu olduğunu düşündüğü bir ifade yerleştirmişti. Ama bu, annesinin yanaklarını sıkıp bebek sever gibi saçma sesler çıkartmasına sebep oldu.
"Ben taşınacağız dediysem taşınacağız evlat. Aykırı davranmayı kes ve çantanı topla." Babasının emredici sesine karşılık yanaklarını şişirdi ve saçma bir ses çıkardı. Kısaca babasına onu takmadığını söyleme şekliydi bu.
"Anne, babama bir şey söyle. Taşınmak istemiyorum. Hadi ama, tüm arkadaşlarım burada ve ben, haritada bile zorlukla görünen o küçük kasabaya gelmeyeceğim."
Babasına ukala bir bakış ve iddialı bir gülüş attığında, adam tek kaşını kaldırdı. "Pekala gelmedin diyelim. Tek başına mı kalacaksın koca şehirde?"
Biraz düşünüp -düşünürken alt dudağını ısırırdı- zaferle parmak şıklattı. "Büyükbabam ve büyükannemde tabii ki babalık." Bu sefer babası alayla gülmüştü. "Junwoo ve Nayoung, teyzenlerin yanına Japonya'ya tatile gittiler evlat. Yani bir an önce çantanı toplasan iyi edersin."
"Çok gıcıksınız Bay Kim" Somurtarak babasına baktı. "Bana bilmediğim bir şey söyleyin küçük bey." Babası gülerek kitaplıktaki kitapları kutulara dizmeye devam ettiğinde annesi kapıdan kafasını uzattı. "Çocuklaşmayın beyler. Uçak saatine birkaç saat kaldı."
Ayaklarını sürüyerek odasına gitti ve kapısını sertçe çarptı. Ergenliğinin doruklarındaydı ve ailesiyle ilişkisi sallantıdaydı. Anlaşamıyordu işte. Telefonunu cebinden çıkarıp yatağına atladı. Arkadaşlarının hepsini de arayıp bir telekonferans oluşturdu. Hepsi de aramayı cevapladığında insanın yüzünü buruşturmasına sebep olacak kadar yüksek bir sesle bağırdı.
"SELAM KÜÇÜK KELEBEĞİM VE GEREKSİZ OROSPULAR SİZE BERBAT ÖTESİ BİR HABERİM VAR!!!"
"Eğer burda gereksiz bir orospu varsa o da sensin Hongjoong. O yüzden boş yapma ve ne söyleyeceksen söyle. Daha kuaföre gidip saçlarımın uçlarını kestireceğim." diye homurdandı Ryujin.
"HEEY, KÜÇÜK KELEBEĞİM DEDİĞİM KİŞİ SENDİN APTAL NEDEN KENDİNİ DİĞERLERİYLE BİR TUTUP BANA LAF ATIYORSUN?!"
"Pekala bize laf atmayı bırak ve öt bakalım Hongjoong Kim. Neymiş bu berbat ötesi haber?"
"Sana konuş dediğimi hatırlamıyorum Yuna yılanı. Sen önce benden çaldığın sweatshirtleri getir."
"Onlar artık benim oldular hayatım şansına küs. Ve ne söyleyeceksen söyle çünkü yemek yiyeceğim." Genç kızın yüksek perdeden çıkan kahkasına göz devirip önüne düşen mavi tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ve bacaklarını salladı.
"Babamı ve annemi ikna edemedim. Yani kesin bir şekilde TA-ŞI-NI-YO- RUZ!" Son kelimeyi bağırarak ve heceleyerek söylemişti. Uzunca bir süre kimseden ses gelmediğinde telefonu kulağından uzaklaştırıp hâlâ aramada olup olmadıklarına baktı. Hepsi de hâlâ aramadaydı.
"İyi ama hani baban taşınmaktan vazgeçmişti. Gerçekten gidecek misiniz şimdi?" Renjun durgunca sormuştu. Küçüklüğünden beri birlikte olduğu arkadaşlarından biri dahaydı Renjun.
"Kendi kafalarına göre karar verdikleri için evet maalesef gidiyoruz. Hatta uçak birkaç saat içinde kalkacakmış. Sizden ayrılmak istemiyorum çocuklar." Ortam bir anda duygusala bağlamıştı.
İlk defa konuşan Donghyuck ortaya bir fikir atmıştı. "Hep birlikte size gelsek bir de biz denesek ikna etmeyi, nasıl fikir?"
Hongjoong, yatağında yuvarlanırken mırıldandı. "Sen hiç suya yazı yazdın mı Hyuck?" Oğlan hayır anlamında ufak bir mırıltı çıkarmıştı. "Suya yazı yazılır mı hem de Joong? Sorduğun soruya bak." Gözlerini devirip kafasını salladı. "İşte pek zeki dostum, annemleri ikna etmeye çalışmak da suya yazı yazmak gibi. Yani imkansız."
"O zaman en azından veda etmeye gelelim."
"Bi zahmet gelin yani. İçinizdeki en mükemmel insan aranızdan ayrılıyor sonuçta. Hatta geçit töreni falan da yapsanız süper olmaz mıydı?"
"He amına koyayım istersen konvoy falan da yapalım peşinden?"
"Aman iyi be iyi ki bir şey söyledim. Gidin hazırlanın buraya gelin de vedalaşalım. Öptüm hepinizi." Telefonu kapatıp yatağından kalktı ve çantasını toplamaya başladı. Zaten son bir iki parça eşyası kalmıştı. Gerçekten hâlâ o küçük kasabaya taşınacaklarına inanamıyordu.
‡
Son olarak Ryujin'e de sıkıca sarılıp parmağıyla ıslak gözlerini sildi. "Ağlayınca çok çirkin oluyorsun Ryu. Daha fazla ağlama." Kız burnunu çekip Joong'un omzuna vurdu. "Sen de ağlıyorsun ya aptal." Sonra suratını asıp mırıldandı. "Orda kendine yeni arkadaşlar bulup bizi unutma sakın. Ve al bunu."
Ryujin'in uzattığı bilekliği alıp bileğine taktı. "Bu ne?" Kız kendi bileğini de gösterdiğinde ikisi de gülümsedi. "Aynısından bende de var. Eğer bize ihtiyacın olursa biliyorum saçma bir düşünce ama bu bileklik sana güç versin. Ah pekala daha fazla ağlarsam tüm makyajım akacak. Git hadi."
Arkasını dönüp uçağa yürümeden önce tüm arkadaşlarına el salladı buruk bir gülümsemeyle. "Sizi seviyorum çocuklar." Arkasını dönüp birkaç adım atmıştı ki arkadaşlarının gür sesi kulağına dolmuştu. "Biz de seni seviyoruz Hongjoong." Bir an için uçağa binmemeyi düşünse de babası sırtını sıvazlayarak yürümeye başladığında uçağa ilerlemişlerdi.
Koltuğuna oturup kemerini bağladı ve gözlerini kapattı. Yeni bir hayata başlayacaktı ve hiç heyecanlı hissetmiyordu. Uçak inene kadar uyumanın en mantıklı fikir olduğuna kanaat getirdiğinde ise boyun yaatığını çantasından çıkarıp uyuklamaya başladı.
‡
Conan'ın Greek God sarkisini dinlerken ilham geliverdi birden. Güzel olacak umarım 🦋✨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Greek god あ seongjoong
FanfictionBabasının tâyini yüzünden gürültülü ve yüksek binalarla kaplı şehirden, sevimli ve sakin bir kasabaya taşınmak zorunda kalan Hongjoong, yan komşularının motorcu oğlu Seonghwa'yla tanışır. "Sen sadece vefasız arkadaşları olan bir sahtekar olacaksın."...