| Seni sevmemi istediğini biliyorum.
Yatağında uzanmış tavanı izlerken cama vuran taş sesiyle gözlerini devirdi. Birkaç kere daha devam edince balkona çıktı. Seonghwa elindeki taşı cama atmaya hazırlanıyordu. "Ne yapmaya çalışıyorsun?"
"Aşağıya gel." Bunu söyleyip kendi bahçelerine atlamış ve garaja girmişti. "Annemlerden izin almam gerek." Seonghwa kınayan bir sesle bağırdı. "Süt çocuğu musun? Aşağıya gel, hemen."
Balkon kapısını kapatıp üzerine hırkasını geçirdi ve sessizce evden çıktı. Yan bahçeye geçip garaja ulaştı. "Neden gündüz öğretmek yerine gecenin bir yarısını tercih ettiğini merak ediyorum doğrusu." Seonghwa elindeki kaskı Hongjoong'un kafasına takarken omuz silkti. "Canım öyle istedi."
"Daha önce hiç motora bindin mi yoksa bu ilk mi olacak?"
"Bir sefer binmiştim ama kullanmasını pek bilmiyorum." Seonghwa'nın uzattığı eldivenleri de eline giyip bekledi. "Arkama bin." "Ne?" Birbirlerine dik dik baktılar. "Seni bir yere götüreceğim arkama bin. Yarın öğretmeye başlarım." Hâlâ dik dik bakarken dudaklarını ıslatıp motorun arka kısmına bindi. "Sana hiç güvenmiyorum. Başıma bir şey gelirse sorumlusu sensin."
Cümlesi bittiğinde ilk defa Seonghwa'nın gülüşünü duymuştu. İstemsizce kendisi de gülerken ellerini gevşekçe önündekinin beline bağladı. "Bu kadar gevşek tutunursan başına bir şey gelir tabi." Hongjoong'un kollarını tutup belini daha sıkıca kavramasını sağladı. "Kafanı da sırtıma yasla."
‡
Yaklaşık on beş dakikadır motordaydılar ve gidecekleri yere hâlâ ulaşamamışlardı. Hongjoong kafasını Hwa'nın sırtına yaslamış etrafı izliyordu. "Gelmedik mi hâlâ?" Hem sessizce mırıldandığı için hem de rüzgarın sesinden sesi duyulmamıştı. Daha yüksek sesle bağırdı. "Gelmedik mi hâlâ?"
"Hayır. Biraz daha sabret." Joong'un gözleri artık kapanmak üzereydi. Günün yorgunluğunu atamamıştı ve uykusu gelmişti. Seonghwa'ya daha sıkı sarılıp gözleeini kapattı.
Vardıklarında Seonghwa motoru durdurdu. "İn bakalım." Tepki gelmeyince eliyle Joong'un bacağına vurdu yavaşça. "Geldik inebilirsin artık." Belini sıkıca saran kollar yüzünden zor olsa da arkasını döndü. "Bu gürültüde nasıl uyuyabildin acaba?" Dikkatlice motordan inip Hongjoong'u da kucağına alıp banka bıraktı ve yanına oturdu. Önce Hongjoong'un sonra da kendi kaskını çıkarıp yanlarına koydu.
Telefonundan rastgele bir şarkı açıp ceketinin cebinden bir sigara ve çakmak çıkardı. Okyanusa bakan bir tepeydi bulundukları yer. Deniz fenerinin ışığı suları aydınlatıyor, dalgaların sesi insana huzur veriyordu. Buraya daha önce kimseyi getirmemesiyle birlikte Hongjoong ilk kişiydi.
"Geldik mi?" Sigarasının dumanını üfleyip yine güldü. "Uyuklamayı bırakıp gözlerini açarsan görürsün." Hongjoong esneyerek gözlerini açmaya çalıştı. "Yuh uyumuş muyum?" Sonra karşıdaki manzaranın güzelliğine ağzı açık bakakaldı. "Burası çok güzel."
"Öyle."
"Sigara içme. Sigaradan da içenlerde de nefret ederim." Yüzünü buruşturup yan yan baktı Seonghwa'ya. "İyi." Sigaranın dumanını bilerek Hongjoong'un yüzüne üfleyip arkasına yaslandı. "Dünyanın en gıcık ve görgüsüz insanı falan mısın acaba?"
Yarım saat boyunca konuşmadan sadece karşıyı seyretmişlerdi. Ki bu süre Hongjoong için uzun bir süreydi. "Artık arkadaşız o halde, değil mi?" Seonghwa bir cevap vermemeyi tercih etmişti. "İşine gelince konuş, gül gelmeyince de ağzını bıçak açmasın." Kollarını göğsünde birleştirip aklınca Seonghwa'ya trip atıyordu.
Yine o gülüş duyulmuştu. Seonghwa'nın gülüşü etkileyiciydi. İnsan elinde olmadan onunla birlikte gülmeye başlıyordu. "Sende kesinlikle şeytan tüyü var." Söylediğiyle Seonghwa bu sefer büyükçe bir kahkaha atmıştı. "Şeytan tüyü demek? Olabilir."
Seonghwa gülmeyi bırakıp bir nefes daha çekti elindeki zehirden. "Daha önce hiç bir erkekle takıldın mı?"
"Şehirdeki arkadaşlarımın çoğu erkekti. Yani evet takıldım."
"O şekilde değil aptal. Yani bir erkekle çıktın mı?" Seonghwa telefondaki şarkıyı kapattı. Baş ağrıtmaya başlamıştı. "Hayır. Bir kere sevgilim oldu zaten o da kız. Hem neden bir erkekle çıkayım ki?" Seonghwa'ya anlamazca bakıyordu.
"Ne bileyim ben. Hiç etkilendin mi peki?"
Hongjoong huysuzca kıpırdandı. "Niye böyle şeyler soruyorsun? Benden mi etkilendin yoksa? Senin sevgilin var farkında mısın?" Seonghwa göz devirip bitmiş izmariti yere attı ve ayağıyla ezdi.
"Farkındayım. Hem kendini ne sanıyorsun da senden etkileneyim? Sadece onlara benziyorsun işte." Saçma bir gerginlik oluşmuştu aralarında. "Onlara benzemek saçlarımı boyayıp küpe takmak mı? Salak."
‡
Eve döndüklerinde Hongjoong kaskı ve eldivenleri çıkarıp motorun üstüne bıraktı ve kendi bahçesine ilerledi. "Teşekkür etmeyecek misin?" Sebepsizce Seonghwa'ya hâlâ kızgındı. "Teşekkürler." diye bağırıp çitlerin üstünden atladı.
Güneşin doğmasına az bir vakit kalmıştı. Yani saatlerdir oradaydılar. Kapıyı açmak için elini cebine attığında anahtarı almayı unuttuğunu hatırladı. "Bir bu eksikti." Hâlâ eve girmemiş ve onu izleyen Seonghwa çitlerden atlayıp yanına geldi. "Anahtarını mı unuttun?"
"Öyle olmuş. Ve annemleri uyandırsam kesinlikle bir ton laf işiteceğim." Seonghwa ellerini cebine sokup kafasıyla kendi evini işaret etti. "Bizim eve gel. Annenlerle ben konuşurum. Merak etme."
"Hayır."
"Annenler uyanana kadar dışarıda bekleyip sonra da azar işitmek istiyorsan iyi. Kal burda."
"Tamam be geliyorum. Bekle." Çitleri atlayıp Seonghwa'nın evine girdiler.
‡
Ficteki Hong ve Hwa'yı gözünüzde şöyle canlandırabilirsiniz 🏍️🏍️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Greek god あ seongjoong
FanfictionBabasının tâyini yüzünden gürültülü ve yüksek binalarla kaplı şehirden, sevimli ve sakin bir kasabaya taşınmak zorunda kalan Hongjoong, yan komşularının motorcu oğlu Seonghwa'yla tanışır. "Sen sadece vefasız arkadaşları olan bir sahtekar olacaksın."...