vi.

86 9 14
                                    

İyice yüzsüzleşmiştik artık. Tüm bir yıl birlikte geçti. Doğum günümü birlikte kutladık. Abartılı bir şey değildi ama benim için artardı bile.

Bir şekilde abim öğrenmişti. Bana onu utandırdığımı, aile adını kirlettiğim hakkında hakaret dolu bir metin göndermişti. Ama bu kez boyun eğemezdim. Ben de onunla görüşmek istemediğimi söylediğim bir mail attım. Tüm ulaşabileceğim şeyleri kapatmış ve beni hayatından silmişti. Mail'i okuyup okumadığını hiç bilemeyeceğim ama umurumda değildi.

İple çektiğim bir zamana sonunda ulaşmıştık. Yıllardır haziranın sonunda Onur Yürüyüşü yapılır. Bu kez biz de katılacaktık. Bunun için boya, bayrak, kıyafet ne gerekirse aldık. O, biraz çekiniyordu ama zaten herkes biliyordu.

Yürüyüşün yapılacağı gün geldi çattı. Gökkuşağı kıyafetlerimizi giydik ve sokağa çıktık. Topluluğa karıştıktan sonra bir bayrağın iki ucunu birlikte tuttuk ve polise rağmen yürüyüşü gerçekleştirmeye çalıştık.

Birkaç arkadaşımız gözaltına alındı ama biz paçayı kurtarıp eve geldik. Hayatımda yaptığım en heyecan verici şeydi.

Birkaç gün sonra ailesi bize geldi. Herkes gibi onlar da öğrenmişler ve konuşmaya gelmişlerdi. Babasının gözlerinden alev çıkıyordu. Üstüme yürüdü ve tehdit etti. Sağlam bağlantıları varmış ve bunu bitirmezsek hayatımı kaydırırmış. Kaybedeceğim her şeyi kaybetmişken ve değer verdiğim tek insan kalmışken bu tarz tehditler beni korkutamazdı ve karşısında boyun eğmedim. Sesimi yükselttim ve ne yapabiliyorsa yapmasını söyledim.

Sonra kızının üstüne yürüdü. Evlatlıktan reddetmeyle tehdit etti. Ama yeterli değildi. Benden ayrılmayacağını söyledi. Babası elini kaldıracakken annesi ve kardeşi durdurdular. Kızgın adamı dışarı çıkardılar. Annesi bize beddua etti, Allahın bizi ayıracağını inandığını söyledi ve eşinin peşinden çıktı.

Kız kardeşi kaldı ve bize üzülerek gülümsedi. Sonra bir not uzatıp "Hoşçakalın." dedikten sonra ailesinin peşinden çıktı.

"Ben sizi destekliyorum."

Duygulanmıştım. Kardeşinin, ve benim tanımadığım birinin, bizi desteklemesi cesaret vermişti. Birlikte koltuğa oturduk ve sakinleştik. Benden, yaşananlar için özür diledi. Mahçup olmuştu. Ama onun suçu değildi. Koltuğa uzandık ve biraz kestirdik.

Sınav zamanı çok yorucu geçiyordu. İki dersten kalmıştım, oysaki sabahlara kadar çalışıyordum. O da aynı şekilde sürekli ders çalışıyordu. Birbirimizin yüzünü zor görür olmuştuk. Sınavlar bitince dışarı çıkmaya sözleştik.

Kütüphanede ders çalışırken dedikodumun yapıldığını duydum. Hakkımda kötü konuşmuyorlardı ama kıskandıkları belliydi. Kendime bir baktım. Gerçekten neyimi kıskanmış olabilirlerdi ki? Sınavlardan kalıyorum, normal davranışlarım var, pek fazla olmasa da arkadaşlarım da var ve sevdiğim kişiyle birlikteyim. Gayet sıradan biriydim.

Biraz kulak verince dış görünüşüm hakkında konuştuklarını anladım.

Antalya'da açık giymeye alışık olduğum için heryerde istediğimi giyiyordum.

Sanırım bu rahatlıktan bahsediyorlardı.

Sınavlar bitti ve kendimizi hemen sokağa attık. Rüzgarlı bir gündü ama yine de duramadık. İçimde bir burukluk hissediyordum ve başka zaman çıkalım dedim. Ama o inatçıydı ve birlikte olmayı çok özlediğini söyleyince kıramadım.

Evimizden çıktık ve mağazaları dolaşmaya karar verdik. Biraz yürüdükten sonra bir caddeden karşıya geçmemiz gerekiyordu. Kırmızı yandığı için durduk. O çantasında bir şeyler kurcalıyordu. Derken telefonu düştü ve yanından geçen biri yanlışlıkla çarptı mı, bilmiyorum. Telefon yola atladı. Dilara da peşinden.

Onu canlı gördüğüm son sahneydi.

Arabanın çarpmasıyla zaman durdu. Yanımdan birileri geçiyordu ama ben kıpırdayamıyordum. Kalp atışlarım tüm vücudumu sarsıyordu. Onun etrafına toplanan herkesi tek seferde itmek ve yerdeki bedenini kucaklayıp hastaneye koşmak istedim. Ama yapamadım. Kanım çekilmişti. Birinin çarpmasıyla yere düştüm. Şimdi ne yapmalıydım?

Onu hastaneye götüren araca beni de bindirdiler. Şaşkınlıkla olanları seyrettim. Ne ağlıyordum ne başka bir şey. Sadece kucağımdaki yüzüne baktım. Tatlı yüzüne. Sevimli, değerli, şefkat dolu o yüze...

Hastanede ameliyata aldılar ama canlı çıkmadı. Vardığımızda çoktan ölmüş zaten. İki ay ağlayamadım. Evde sanki onu görüyordum. O hala benimleydi ya da bir gün gelecekti. Her akşam yemeğinde onu bekledim ama gelmedi. Yatağa yattığımda birazdan yanıma uzanır diye bekledim, gelmedi. Onun programına göre sınıfların önünde bekledim, gelmedi.

O gitmişti.

Ama benim bunu anlamam 2 ayımı aldı. 2 ayı onu bekleyerek geçirdim.

Ama o artık yoktu.

Mezarına gittim. Elimde 100'lük şişe rakı vardı. Paraya kıymıştım. Gerçi artık bir değeri yoktu. Şişenin yarısını mezara döktüm. Ağlaya ağlaya saatlerce orada oturup o yarım şişeyi bitirmeye çalıştım. Zaman zaman kustum ama umurumda değildi. Keşke yaradan canımı alsaydı. Keşke beni de onunla alsaydı.

Arkamda kardeşi belirdi. Benim şişik gözlerimi görünce ağlamaya başladı ve bana sarıldı. Eminim ki rakı kokusundan burnu çürümüştür ama önemli değil gibiydi. Hıçkırıkların arasında bir şey fısıldadı.

"Teşekkür ederim."

Ne için teşekkür ettiğini bilmiyordum. Ama çok durmadan ve başka şey söylemeden ayrıldı.

Onun hatıralarına sarılmak acı vericiydi. Her gece barlara gider ve sarhoş olurdum. İşi ve okulu boşlamıştım. Babamın maaşıyla içiyordum. Bir daha ailesini hiç görmedim.

Ölmek istedim. Onun peşinden gitmeyi istedim. Ama korktum. Onunla olan güzel hatıralarım kaybolur diye korktum. Şimdi yatakta yatarken beni neyin daha çok incittiğini ve rahatsız ettiğini bilmiyorum; geçmiş yaşamımın kabusları mı, yoksa her gözümü kapattığımda karşımda beliren onun güzel gülüşü mü...

SON

Bayrağımızı SallayalımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin