Günün ilk ışıkları odanın içine dolduğunda küçük kız çoktan uyanmıştı. Yatağının yanıbaşındaki komodinin üzerinde duran çerçeveyi aldı. Orta yaşlarda sarı saçlı bir kadının ve kumral bir adamın gülümsediği bu fotoğraf küçük kızda birtakım derin hisler oluşturmuştu. Yatağının kenarındaki tüylü terlikleri ayaklarına geçirerek ayağa kalktı. Elindeki fotoğraf çerçevesiyle birlikte pencerenin kenarına geldi. Karşıdaki çocuk parkında gördüğü birkaç çocuğa imrenerek baktı. Ne de güzel oynuyorlardı! Sıradan biri olarak dünyaya gelmek kesinlikle bir ayrıcalık olmalıydı. Küçük kız, yaşantısının hiçbir zaman onlarınki kadar sade ve basit olmayacağını düşünerek üzülüyordu.
Bir süre çocuk parkında eğlenen çocukları izledikten sonra annesinin mutfaktan gelen sesini duydu.
"Tatlım, yemek hazır. Baban seni bekliyor."Küçük kız, elindeki çerçeveyi tekrar komodinin üzerine bırakarak mutfağa indi. Masanın etrafına dizilmiş, ona bakan annesini, babasını ve kardeşini gördü. Ne mutlu bir aile tablosu! Onları kaybedeceği günün hüznünü şimdiden içinde hissediyordu küçük kız. Sessizce masaya oturdu. Bir şeyler yemeye niyeti yok gibiydi. Babasının zoruyla birkaç kaşık aldı. Bir süre masada derin bir sessizlik oluştu. Küçük kız daha fazla dayanamayarak masadan kalktı ve odasına çıkmak üzere kapıya yöneldi. Babasının arkasından şaşkınlıkla seslenmesi uzun sürmedi.
"Emma, kızım nereye giyorsun?"Küçük kız durdu ve omuzlarının üzerinden sesin geldiği yöne baktı.
"Yalnız kalmak istiyorum, babacığım."* * *
İyi misin, diye sordu Christian.
Emma, Chris'i karşısında görmekten pek hoşnut olmuş gibi görünmüyordu. Endişeli bir yüz ifadesiyle iyi olduğunu belirtmek için yalnızca başını sallayabildi. Bunun üzerine Christian devam etti.
"Benimle bir şeyler içmeye gelir misiniz? Ben de bana yoldaş olacak birini arıyordum, hem siz de gergin görünüyorsunuz. Belki bu, size de iyi gelir.""Ha-yır efen..."
Emma, Christian'ın bakışlarındaki masumiyete ve tatlı ısrarcılığa karşı koyamadı. Zihninde reddetmeyi tasarlamış olsa da kalbinden diline akan sözcükler dilinden "peki" olarak dökülüvermişti. Bunun üzerine göz açıp kapayana dek Emma kendini son model siyah cipin içinde buldu. Araca binerken gözleri sürekli kirli sakallı adamı aramıştı. Onun bu davetten haberdâr olmasını, Emma'nın daveti kabul ettiğini bilmesini ise hiç istemezdi. Ürkek bakışlarıyla siyah filtreli camın ardından Boston'ın en kalabalık caddelerini, birbirinden farklı ve meşgul insanları izliyordu. Belki o restorandan ve kirli sakallı adamdan uzaklaşıyordu fakat zihnindeki birçok düşünceyi de beraberinde götürüyordu. Son zamanlarda her şey çok karışmıştı. Emma, sonunu bildiği bir filmi tüm ruhuyla hissederek yaşamaya çalışıyordu. Ancak bunun bedeli, ona çok ağır ödetilecekti.
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından Cambridge Street'in boğaza bakan kesiminde dünyaca ünlü bir kafenin önünde durdular. Christian ile aynı hizada içeri girdiklerinde Christian'ı gören garsonların yeleklerini ilikleyerek etrafına toplandıklarını gördü.
"Ne asalet ama!"Karşılıklı çaylarını yudumluyor, havadan sudan konuşuyorlardı. Christian'ın amacı Emma'yı daha yakından tanımaktı. Emma'nın buna ihtiyacı yoktu. Çünkü o Christian'ı yeterince tanıyordu.
Christian her ne kadar meraktan ölecek gibi olsa da Emma ile aralarındaki samimiyetin henüz ona restoranda tanık olduğu olayın detaylarını soracak kadar artmadığını bildiği için sustu. Onun için, Emma'nın ışıldayan gözlerini seyretmek bile her şeye değerdi.
Biraz sonra Emma'ya bir mesaj geldi. Emma başta umursamaz tavırlarla telefonunu açmışsa da mesajı okudukça gözleri büyüdü, daha sonra hızla telefonunu çantasına sokarken Christian'a veda etmeye başladı.
"Ben, çok üzgünüm. Fakat gitmem gerekiyor, söz veriyorum bunun telafisini yapacağım."Apar topar gitti. Öyle hızlı uzaklaştı ki, Christian onu gideceği yere kadar bırakmayı teklif etmeye kalktığında Emma çoktan gözden kaybolmuştu.
Şaşırdı.
Bu kızda hiçbirinde olmayan çok özel bir şey vardı. Bu onu gizemli kılıyordu. Christian, tüm bu olanların ardından ancak gülümseyebildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR
FantasyChristian, daha birkaç ay öncesine kadar Boston'da yaşayan ve Coeviro şirketinin veliahtı olan İrlandalı sıradan bir iş adamıydı. Tâ ki, onu görene dek. Kahverengi düz saçları, kırmızı şapkası ve naif hareketleriyle Christian'ı büyülemesi zor olmam...