Sımsıkı kapattığı gözlerini hışımla açtı.
Nefes nefeseydi.
Kulaklarını dolduran çığlık sesleri yağmur damlalarının yapraklara öfkeyle çarpışıyla çıkardıkları seslere karışıyordu. Dirseklerinden kuvvet alarak doğruldu.
Karanlıktı.
Dev çam ağaçlarının sonsuza uzandığı derin ve ürkütücü bir ormanın içinde yapayalnızdı. Bir kısmı yırtılmış siyah eteğinin altından belli belirsiz görünen bacakları tümüyle çamura gömülmüştü.Sendeleyerek ayağa kalkmaya çalıştı. Üzerinde toprak rengine bürünmüş beyaz ve yırtık bir elbise vardı. Birden ışıldayan gökyüzünden yükselen gök gürültüsü, Emma'nın yerinden sıçramasına yetmişti.
Nerede ve neden orada olduğuna dair hiçbir şey hatırlamıyordu.Çam ağaçlarının arasından sendeleyerek yürümeye başladı. Bir süre yalnız başına bu korkutucu ormanın derinlerinde yürüdükten sonra gözleri ilerideki koyu maviliğe takıldı. Önündeki birkaç ağacın arkasından görünen bu mavilik onu sonsuzluğa çağırıyordu. Rüzgârın okyanusun üzerini yalayıp geçişini yüzüne vuran esintiden hissetti. Önündeki birkaç ağacı geçtiğinde falezlerin üzerinde duran birini fark etti.
Baştan ayağa şık ve siyah giyinimli, fit vücuduyla Emma'ya pek de yabancı gelmeyen biri gibiydi. Doğanın öfke kusan gürültüsünü bastırabilmek için avazı çıktığı kadar bağırdı.
"Hey, beni duyuyor musun?"Cevap vermedi.
Kendisini duyduğuna emin değildi. Temkinlice yaklaştı. Kalbi şimdi daha seri atıyordu. Emin olamamakla birlikte cesaretini toplayarak adamın kolunu kavradı. Siyah giyinimli adam, yavaşça Emma'ya döndü.
Emma'nın gözleri dolunay gibi büyüdü. Üzerine müthiş bir ağırlığın çöktüğünü ve bu ağırlıkta ezilerek can vermek üzere olduğunu hissetti. Kekeleyerek "Ch-ristian?" diyebildi.Christian'ın yüzünde kan izleri vardı. Ağlıyor gibiydi. Gömleğinin uçları pantolonunun üzerinden sarkmış, yakaları yıpranmıştı. Saçı darmadağınık, elleri ise kan içerisindeydi.
Emma iyice korktu.
Henüz kendi derdinden vazgeçip ona neler olduğunu soramadan Christian'ın avcunun arasından kayıp aşağı, sivri kayalıklara düşmeye başladığını gördü. Elinden gelen tek şey, bu kez gök gürültüsünü bastıran devasa bir çığlık atmak olmuştu. Bu, tıpkı biraz önce birkaç sefer nereden geldiğini bilemediği acı çığlık gibi yankılanmıştı.* * *
Bembeyaz bornozunun kollarından ellerini uzatıp tuvalet aynasının önünde titremekte olan telefonunu aldı. Alarm çalıyordu.
Kapattı.
Sonra aynadaki görüntüsüne şöyle bir baktı. Islak saçlarının düzensiz dağılışları arasında gözlerinin yeşili bir başka güzel görünüyordu. Güzelliğiyle gurur duydu. Kısa bir tebessümün ardından gece gördüğü rüyayı hatırlamasıyla yüzündeki gülümsemenin yerini donuk bir ifadenin alması uzun sürmedi. Berbat bir kâbus yüzünden kurduğu alarmdan önce uyanmak zorunda kalmıştı. Yalnızca bir rüya diye kendine telkinler veriyor olsa da etkisinden bir türlü kurtulamıyordu. Her şeyi o kadar net hatırlıyordu ki, bu rüyanın hafızasından silinmesinin epey zaman alacağından emindi.Bugün firmadaki ilk iş günü olacaktı. Fakat Emma, işe gidecek cesareti kendisinde bulamadı. Dün akşam patronun oğlunu, hatta bir nevi patronunu masada bırakıp gitmişti ve şimdi ona yapabileceği bir açıklaması yoktu. Biraz kafa dağıtmaya ihtiyacı vardı. Açık hava iyi gelebilir diye düşündü. Bunun üzerine bir taksi çağırdı ve kendisini Vooland tepesine çıkarmasını rica etti.
* * *
Christian, şirkete geldiğinde sekretere Emma'nın gelip gelmediğini sordu. Gelmediğini öğrenince geç kalmış olabileceğini düşündü ve biraz daha beklemeye karar verdi. Onu en kısa zamanda görüp o gece masada bırakılmasının haklı gerekçesini öğrenmek için sabırsızlanıyordu. Şimdiye dek kimse Christian'a böyle bir şey yapmamıştı. Yapamazdı da.
O Massachusets'in en köklü 10 firmasından biri olan Coeviro şirketinin veliahtıydı. Onunla birlikte olabilmeyi arzulayan binlerce kız vardı. Tüm bunlara ve yüksek egosuna rağmen Emma'ya öfkeli değildi. Çünkü gerçekten de haklı bir sebebi olmasa bunu yapmazdı diye düşünüyordu. Ayrıca onun da kendisine karşı boş olmadığına emindi. Kesinlikle başka bir şey vardı. Onu ilk gördüğü günü hatırladı. Sonra mülâkat esnasındaki naif duruşunu, bir de o kirli sakallı adamla olan tartışmalarını. Son olarak dün geceki olayı gözünde canlandırdı. Farkında olmadan kendini çok çabuk ve epey derin kaptırmıştı.Saatler geçmek bilmedi. Bekledi, bekledi. Gelen giden olmadı.
Endişelenmeye başlayan Chris, Emma'nın iş başvurusundan telefon numarasını ve adresini aldı. Birkaç kez aramışsa da hiçbirinde cevaplayan olmadı. Bunun üzerine seri adımlarla dışarı çıktı ve aracına atlayarak elindeki adrese gitti. Vardığında karşısında yıkık dökük bir gecekondudan başka bir şey bulamadı. Emin olmak için kapıyı çaldı. Fakat tahmin ettiği gibi kapıyı açan o değil, yürümekte zorlanan yaşlı bir kadındı ve 'Emma' adında birini hiç duymamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR
FantasyChristian, daha birkaç ay öncesine kadar Boston'da yaşayan ve Coeviro şirketinin veliahtı olan İrlandalı sıradan bir iş adamıydı. Tâ ki, onu görene dek. Kahverengi düz saçları, kırmızı şapkası ve naif hareketleriyle Christian'ı büyülemesi zor olmam...