Bölüm Yedi - Beyaz Tavşan

51 3 0
                                    

Tam iki hafta sonra domuz yılının sekizinci haftası sona ermek üzereyken Trek, Coeviro şirketinin ofis binasından adımını attı. Huzursuz ve tedirgin edici bakışlarla etrafından hızla geçen insanlara bakıyor ve ne kadar meşgul olduklarını görüp onlara acıyordu. Biraz sonra soluğu sekreterin yanında aldı ve ona Chris ile görüşmek istediğini söyledi. Sekreter patronunu aradı ve ona 'Emma'nın erkek arkadaşı'nın onunla görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Chris, bir süre soluksuz kaldı ve cevap vermedi. Daha sonra kırıntılı bir sesle odasına gelmesini rica etti. Elbette, bütünüyle bedenini sarsan hayal kırıklığını sekreterine yansıtmadan edememişti.

Şimdi her şey biraz daha netleşiyordu. Emma, belki de Chris'in ona olan hislerini fark etmiş ve bundan çekinmişti. Çünkü sevdiği bir erkek arkadaşı vardı ve ona ihanet edemezdi. Chris, ona ne kadar samimi davranmış olabileceğini sordu kendine. Aslında yarıda kesilmiş bir akşam yemeğini ve mülâkat esnasındaki küçük torpili saymazsa Emma'ya hislerini keşfetmesini sağlayacak bir şey yapmamıştı.
Aklını kurcalayan sorular zincirini henüz aşamadan kapının birkaç kez güçlüce vurulduğunu işitti. Sonra karşısında uzun boylu, esmer ve kirli sakallı bir adam çıktı. Bunu elbette tanıyordu. Fakat Emma'nın sevgilisinin bu adam olması pek hoşuna gitmemişti.
Dönen koltuğuna yayılmış, dirseklerini koltuğun kenarlarına dayamış ve parmaklarını ortada birbirlerine kenetlemişti. Hiç kuşkusuz bu pozisyonun amacı, karşısındaki adama ondan güçlü olduğunu hissettirmekten öte bir şey değildi.
Merhaba, dedi yüzüne sahte bir gülümseme takınarak.
Aynı şekilde karşılık verdi Trek.
Sonra lafı hiç uzatmadan konuya girdi.
"Emma, sizi yarı yolda bıraktığı için çok ama çok özür diliyor. Fakat henüz işe başlayamadan, iki hafta önce Türkiye'deki halası rahatsızlandı ve yatağa düştü. Yıllar önce çekip giden oğlu ve kardeşini saymazsak ona bakabilecek kimsesi yoktu. Kardeşi, yani Emma'nın babası da bu durum üzerine Türkiye'ye gittiler ve beraberlerinde Emma'yı da götür..."
Fakat maruzatını bildirip izin isteseydi elbette anlayış gösterebilirdik, dedi Christian.
Haklısınız, diye devam etti Trek. "Fakat işler sizin bildiğiniz gibi yürümüyor ve Emma'nın aile yapısı gerçekten çok karmaşık. Zaten annesi Türk ve babası da kısmen Türk olduğu için sürekli bir ayakları Türkiye'de. Ayrıca geçmişte yaşadığı bir çeşit tatsız hatıradan ötürü kimseye kolayca güvenemiyor, bana bile. İşte bu yüzden yaptığı iş başvurusunda dahi doğru adresi belirtmemiş. Elbette bundan sonradan haberim oldu."
Peki, dedi Chris dilini damağında gezdirerek. "Şimdi doğru bir hikâye anlattığınızı ve onun geride benim için doğru bir şeyler bıraktığını nereden bilebilirim?"
Trek, kaşlarını çatarak sordu.
"Sizin için neden doğru bir şeyler bırakmak zorunda?"
Bunun üzerine Chris afalladı ve susmakla yetindi. Chris'in bu zayıflığından faydalanarak Trek devam etti.
"Bugün yanına, Türkiye'ye dönüyorum. Buraya yalnızca Emma'nın istifasını vermek için geldim."

Elindeki dilekçeyi masanın üzerine bıraktı ve selamlayarak dışarı çıktı. Arkasında koca bir yıkıntı bırakmıştı. Sâhi, o kadar kısa sürede bu denli abayı yakan Chris şimdi onsuz nasıl yapardı?

* * *

Kanlı gözlerini ovuşturdu.
Kırışık yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. Kapının arkasında kimlerin olduğunu biliyordu. Kırık bir ses tonuyla onları içeri davet etti.
Emma, odaya girip yaşlı kadınla göz göze geldiğinde dönüp Trek'e baktı. Korkuyor olmalıydı. Trek, ona destek olmak için kolunu tuttu ve Emma ile yaşlı kadın bir kez daha göz göze geldiler. Kendilerine gösterilen yere oturdular. Yaşlı kadın, önündeki buruşuk bez parçasıyla oynuyordu. Bir süre öylece beklediler. Emma, sükûneti bozmazsa bu sessizlik sonsuza dek sürecek gibiydi.
"Biz..."
Biliyorum, diye sözünü kesti yaşlı kadın. "Fakat bilmiyorum."
Nasıl yani, diye sordu şaşkınlıkla Emma.
"Çok basit. Ne için geldiğinizi biliyorum fakat sorunuzun cevabını bilmiyorum. Yalnızca, beyaz bir tavşan görüyorum. Yaşlı bir ormanın derinliklerinden zıplayarak geliyor. Sonra azgın dalgalar görüyorum. Son olarak, bir uçurtma görüyorum. İki çocuğun öfkeli rüzgâra aldırmaksızın gecenin karanlığında birlikte uçurtma uçurduğunu. Başka bir şey göremiyorum."
Peki, dedi Trek düşünceli bir halde. "Ne anlama geliyor tüm bunlar?"

"Ben sadece gördüklerimi söylerim, onları yorumlamak size düşer."

* * *

Ertesi Cumartesi, Emma ve Trek gerçekten Türkiye'ye gitmek üzere St. Paulo Havalimanına gittiler. Elbette halası yataklara düşmemişti.
Trek, taksinin arkasındaki valizleri indirdikten sonra camdan taksicinin parasını ödedi ve kısa sürede taksi araç bulutunun arasında kaybolup gitti. Giriş kapısına ilerleyen merdivenleri tırmandılar. Sonra dış hatlar bölümüne girdiler ve seyahat etmek üzere oradan oraya koşuşturan binlerce insanın arasına karıştılar. Emma, seferlerini bulabilmek için ekrana baktı. İşte, oradaydı.
TA5627 numaralı sefer. Sonra çantasından çıkardığı kısmen buruşuk Turkish Airlines biletine baktı. Pasaport işlemleri için girmeleri gerekiyordu. Gerekli tüm işlemleri yaptırdıktan sonra uçağa alımlar başladı. Emma ve Trek, kendilerine ayrılmış olan koltuklara oturdular. Yoğunluktan dolayı yan yana iki koltuk alamamış, arka arkaya oturmak zorunda kalmışlardı.

Emma, uçaktaki yolcuları göz ucuyla süzdü. İyi giyinimli varlıklı insanlar. Fakat hepsi orta düzey veya ortanın biraz üzeri denebilecek statülere sahip. Çünkü üst düzey statüsü olanlar ve iş adamları epey uzakta görünen kırmızı perdenin arkasında. Çünkü onlar business class.
Aralarından biri çok geçmeden Emma'nın dikkatini çekti.

Koyu esmer tenli, kel ve kaşının üzerinden yanaklarına doğru inen bir yara izi ile pek çekici olmayan, sıska ve çelimsiz fakat uzun boylu bir adam. Uçağa bindikleri andan beri Emma'ya ters ters bakıyordu. Bundan huzursuz olsa da görmezden gelmeye çalıştı.
Gerekli anonslar ve talimatlar verildikten sonra uçak kalkış pistine yöneldi, roketledi ve havalandı.

Emma, yanına okumak için iki kitap almıştı. Uyumayı düşünmüyordu. Önlerinde yaklaşık on saatlik bir yolculuk vardı. Belki camdan dışarıyı seyredip düşler kurar ve düşünürdü. Neyi düşünecek? Tabii ki, içinde bulunduğu bu karmaşık durumu ve tanrının ona varoluşundan bu yana bahşettiği bu kötü kaderi. İşte o anda Emma, hayatını kaleme alsa çok şeyler ortaya çıkarabileceğini düşündü. Sonra bu fikre güldü ve geçti. Çünkü Emma'nın hayatı hiçbir zaman oturup hikâyeler yazacak kadar durgun ve sakin olmamıştı.

Saatler birbirini kovalamaya başladı. Emma bir kitabın neredeyse sonuna geldi. Gözleri yorulmuştu. Üzerinde süzüldükleri bulutlar birkaç saat önceki tatlı yüzlerini kaybetmiş, karanlığın koyuluğuna teslim olmuşlardı. Şimdi camdan dışarıda yalnızca koyu bir karanlık ve yukarıda uzakta, çok uzakta parıldayan yıldızlar görünüyordu.
Emma gülümsedi.
Elindeki kitabı kapattı ve avuçlarını gözlerine bastırarak gözlerini dinlendirmeye çalıştı. Sonra uykuyla daha fazla mücadele etmenin yersiz olduğunu düşündü ve uyumak üzere kalçasını öne götürerek koltuğa iyice yayıldı. Başını koltuğa yaslamış sağa sola bakınırken esmer adamın sürekli kendisine baktığını gördü. Artık oldukça rahatsız edici oluyordu. Tam hostesi çağırıp adamı ikaz etmesini isteyecekken hiç beklenmedik bir şey oldu.
Uçaktaki tüm yolcuları uykusundan uyandıracak ve Emma ile Trek'i epey sıkıntıya sokacak bir şey.
Emma yalnızca şaşkınlık içinde olanları izleyebildi.

SIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin