- - -
3| Bazen sır tutmanın bedelleri olur.
"Yoongi! Buraya gel!"
Gloss'ta evler küçük olur. Herkesin kendisine ait o koca bahçelerinden olsa da evlerin içi genelde oldukça ufak ve sade kalır. Buradaki insanlar şehir yaşantısını görmedikçe kendilerini daha azına ittiği için olsa gerek bahçeleri ne kadar büyük olursa olsun evlerini küçük yapmaya devam ediyordu.
Ama büyükannem onların aksine şehir yaşantısını biliyordu. Ben küçükken Daegu'da yaşadığı evi hatırlıyordum. Havadar bir yerde iki katlı ve oldukça lüks duran o yapı dün gibi aklımdaydı. Bu yüzden kasabadaki en büyük evde olmasına pek şaşırmıyordum. Daegu'dan tek başına kaçarken tüm parasını bu eve harcaması ilginç değildi ama duvarların bu denli ince olması ve kasabadaki diğer evlerin aksine iki katı bulunmasına rağmen büyükannemin aşağı kattan gelen sesini hemen buradaymış gibi duymam biraz sinir bozucuydu.
Bazen bu evin duvarlarını kartondan hayal ediyordum çünkü pek bir farkı yoktu. Özellikle de uykumun arasında bana bağırdıklarında.
"Yoongi!"
"Geliyorum!"
"Acele et!" Son anda sesi çatladığında ve birkaç takırtı geldiğinde puslu gözlerimi diktiğim boş tavan muhtemelen bulutlardan birinin güneşin önünden çekilmesiyle daha da aydınlandı ve dışarıdan gelen kuş sesleri hafifçe azalır gibi olduğunda büyükannem yeniden "Yoongi!" diye bağırdı. "Popona terlik yemek istemiyorsan acele et!"
Sesimi sonuna kadar zorladım. "Geliyorum!"
Gece boyu örtmek yerine bacaklarımın arasına kıstırdığım pikeyi köşeye fırlatıp ucunun yerde sürünmesini umursamadan kalktığımda büyükannemin sadece iç çamaşırımla yattığımı görüp kızmasını dert edinemeden yalın ayak fırladım odamdan. Bundan nefret ediyordu. Kesinlikle nefret ediyordu ama ben de yazın bu sıcağında çorap da dahil olmak üzere bir şeyler giymekten nefret ediyordum.
"Efendim? Ne oldu?"
Büyükannem mutfak kapısının bir adım gerisinde durmuş öylece içeriye bakarken sesimle birlikte hızla başını merdivenden tarafa çevirdi ve beni gördüğünde her zamanki o tatlı-kızgın ifadesiyle bir şey diyecek gibi oldu ama son anda kendini tutup "Bak," diye sanki yarım saattir bağıran o değilmiş gibi fısıldadı. "Pencerenin önünde saksağan var."
Gözümü ovuşturup ona baktım ve yanına ilerlemek için ayaklarımı yere sürttüm. "Ne var?"
"Saksağan." diye tekrarladı ve o minik tombul parmaklarını mutfak camına doğru tuttu. Bunun anlamını kesinlikle bilmiyordum ama bilmediğimi ona söylemekten de çekiniyordum. Büyükannem belki de sülaledeki en bilge ve okumuş kadınlardan birisiydi. Babası küçükken onu okutmadığı için inat etmiş, zorla evlendirildiği adamı iyi yerlere gelene kadar destekledikten sonra ne yapıp edip okumanın yolunu bulmuştu. Ben çocukken elinden kitaplarını hiç bırakmadığını, tüm boş vakitlerinde okuduğunu hatırlıyordum. Bu yüzden oturma odasında devasa bir kitaplığı vardı. Daegu'dan Busan'a gelirken hepsini getirememişti ama burada okumasına kaldığı yerden devam ettiği için birikimini geri kazanmıştı.
Kısacası büyükannem her zaman ona eşlik edemeyeceğim derecede bilgili konuşmayı ve kitaplardan alıntılar yapmayı seviyordu. Bana öğüt verici hikayeler anlatıp bazı şeylerden ders çıkartmamı istiyordu ve bazen günlük bilgileri sanki bunları çoktan biliyormuşum gibi söylüyordu.
Sonunda benden ses çıkmayınca derdimi anlamış gibi "Karga kötü şanstır." dedi. "Saksağan iyi." Gözlerime baktı. "Böyle şeyleri size okulda öğretmiyorlar mı? Kültürümüzü ve geçmiş inançlarımızı bilmeniz lazım. Her Koreli bir sabah camının önünde saksağan görmek ister."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
louder than bombs : yoonmin
Fanfictionjimin kasabaya döndüğünde geride bıraktığından fazlasını bulacağını bilmiyordu