- - -
13| Ne olmuş Park ailesine?
Çocuk parklarının nefret ettiğim bir yanı vardı.
Küçükken gitmeyi hiç sevmediğim o parklar bana gereksiz düşünceler verirdi. Kaydırağa ulaşmak için atılan her bir adım, çıkılan her bir basamak başıma ağrı veriyordu. Sanki bu düşünce midemi bulandırıyordu. Çünkü garip gelirdi. Aşağıya, zemine son hızda kayarak ulaşmak için birçok basamak çıkmanız gerekiyordu. Sanki bu... Çocuklara şimdiden aşılamak istedikleri derin bir düşünce gibi gelirdi. Ne kadar yükselirsen yüksel oradan son sürat aşağıya geri döneceğinin bir sembolü. Üstelik bunu kendi özgür hür iradenle yapacağına dair bir fikir.
Garip olduğunu biliyorum. Çocuk parklarının bunlarla alakası olmadığını da biliyorum ama ne zaman onların önünden geçsem ya da boş vaktimi oradaki banklardan birinde geçirsem çocukların kaydırak için yaptığı bu yarış bende tuhaf hisler uyandırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Sanki o kaydırağı kullanmanın korkunç bir yanı vardı ve ben kendimi bundan hep geri tutmaya çalışıyordum.
Belki de çocukluğumdan bu yana onlardan birini asla kullanmayışımdan kaynaklıydı. Belki de bulunduğum noktadan zemine inerken bu yüzden canım çok acımıştı. Belki de kaymak nedir hiç bilmediğimden, ilk kez deneyimlemek bana bu kadar zarar vermişti. Belki de ben orada, zeminden çok daha yukarıda hayata geldiğim için yerle yüzleşmem böylesine zor olmuştu.
"Her zamanki gibi çok düşünüyorsun." Wendy önüme sandviçle beraber bir tane filtre kahve koyduğunda kahvenin siparişimin bir parçası olmadığını biliyordum ama yine de sesimi çıkartmadım çünkü bu bir nevi alışkanlıktı. O istesem de istemesem de benim için bir kahve getirecek ve almam için ısrar edecekti.
Önlüğüne elini silip karşımdaki koltuğa geçerken gözleri tezgahı kısa bir an süzdü ve yeni müşteri olmadığını teyit etmiş gibi yeniden bana dönerek gülümsedi. Ben de bakışlarımı camdan dışarıya, buradan gözüken o küçük çocuk parkına dikmeyi bırakıp biraz daha ortalı oturdum.
"Sana da selam Seung." dedim mırıltı gibi ve gülümsemeye çalıştım. "Boş gün mü?"
İç çekip arkasına yaslanırken omuz silkti ve "Biliyorsun," dedi. "İsmimden hoşlanmıyorum. Bu yüzden Wendy ile devam et."
Bu sefer gerçekten gülümsedim. Bunu zaten biliyordum. Wendy iyi bir kızdı. İsminden neden hoşlanmadığından bana daha önce bahsetmişti. İlk geldiğim sıralar birlikte çok takılırdık. Ne zaman yemek için buraya uğrasam benimle arkadaşlık etmek için çok uğraşırdı. Zamanla bana aşık olduğuna dair dedikodular yayılmaya başlayıp Wendy de bunu inkar etmeye bile uğraşmayınca aramız biraz açılmıştı ama o bundan pek etkilenmiş gibi görünmüyordu.
Sandviçimden bir ısırık daha alırken "Selam Wendy." diye dilimle dişim arasında tekrarladım.
Buna daha büyük gülümserken "Selam Yoon." dedi. Aramızda tam olarak bir yaş bile olmadığından bana oppa demesine gerek olmadığını söylememden kaynaklı bu samimiyete göz yumdum. Kahvemden içerken onun derin bir nefesle yanımızdaki camdan dışarı bakışını izliyordum ki o "Doğru tahmin." dedi. Neyden bahsettiğini anlamam birkaç saniyemi aldı. "Boş gün. Kasaba halkı bu günlerde tuhaf. Farklı davranıyor."
Onlar her zaman tuhaftı ama yine de kaşlarımı kaldırdım. "Bir sebebi var mı?"
Açıkçası buraya neden geldiğimi bilmiyordum. Uzun zamandır Shon'un Yeri'ne gelmiyordum ki bunun belki de en bariz nedeni karşımda oturuyordu. Bugünkü gelme ihtiyacımı da neye borçlu olduğumu kestirmek zordu. Burası Gloss'un en yüksek tepesinde bulunuyordu ki bu yükseklik de öyle çok uçuk bir yükseklik değildi. Halkın yürüyerek kolayca ulaşacağı bir noktadaydı. Tek ayrıcalığı koca bir tırdan dönmüş gibi görünmesi, içerisinin eski bir Amerikan filminden fırlamış gibi olması, hızlı servisi ve bu devasa camlarıydı. Halk buraya kadar yürüyordu çünkü manzarası güzeldi. Körfeze uzanan koyu yeşil ağaçların ardından girmeye korktukları deniz buradan onlara göz kırpıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
louder than bombs : yoonmin
Fanficjimin kasabaya döndüğünde geride bıraktığından fazlasını bulacağını bilmiyordu