- - -
2| Tişörtsüz olmamdan rahatsızsan bunu kendim halledebilirim.
Park Jimin'in bir sorunu olduğunu anlamak o kadar da zor olmadı.
Varlığına alışmak kolay değildi. Her sabah benzin istasyonuna gelip marketi açmaya ve yarım saat boyunca kasada oturup Hoseok'un gelmesini beklemeye öyle alışmıştım ki bir süre boyunca istasyona ulaşıp marketi çoktan açık görmek, içerideki hareketi izlemek ve oraya ilerlerken hiç tanımadığım biriyle etkileşime gireceğimi bilmek garip hissettiriyordu. Araba yıkatmak için müşteri geldiğinde arka kulübeden koşa koşa ön tarafa geçerken Jimin'in müşteriyle çoktan konuşuyor olduğunu görmenin de pek farkı yoktu. Yıllarca böyle yaşamak alışkanlık haline geldiği için her seferinde bir başkasının varlığını unutuyordum.
Yine de o kendisini merak ettirmenin bir yolunu buluyor ve öyle ya da böyle hatırlamam için bir neden oluşturmayı başarıyordu.
En basiti Busan'dan değil Seul'den geldiğini öğrendiğimde her şey daha net bir hal aldı. Tüm kıyafetleri, o süslü takıları, duruşu ve konuşması. Bunlar yargıladığım ya da yadırgadığım şeyler değildi ama Jimin bizden farklıydı. Gloss'taki herkesten daha farklıydı ve o kalabalık şehirlerden birinden olduğunu bir şekilde belli ediyordu. Ya yediğimiz bir şeye şaşkın gözlerle bakıyor ya da bizim anlamayacağımız tarzda yorumlar yaparak susup kalmamız neden oluyordu.
Ama asla çok konuşmuyordu ve her şeyin ötesinde asıl garip olan nokta buydu.
İnsanları dış görünüşüne göre yargılamaktan nefret etsem bile Jimin'in görünüşü önüme bazı ipuçlarını bırakıyordu ve bu ipuçlarının hiçbiri onunla eşleşmiyordu. Yırtık ve iddialı dar kotları, göğüs dekoltesi olan salaş tişörtleri veya alt yarısı olmayan basit kısa kıyafetleriyle her gün karşımdaydı. Yüzük dolu parmaklarını kırmızı saçlarından geçirip başını arkaya attığında ve gözlerini kapatıp dudaklarını araladığında o gece kulüplerinden fırlamış playboylardan pek farklı görünmüyordu. Tüm adımları, hareketleri ve mimikleri kendisinin son derece farkında olduğunu haykırıyordu.
Ama Park Jimin konuşmuyordu, tüm bunların yanında fazla etkileşime girmiyordu, ne zaman gözlerimiz kesişse ya gözlerini kaçırıyor ya da ona korkunç bir şey diyecekmişim gibi nefesini tutup öylece bekliyordu, araba yıkarken ona yardım etmek istediğimde göz bebekleri titriyordu ve çoğu zaman hararetli bir şekilde Hoseok ile fısıldaşıp yatakhaneye geçiyordu. Sonunda onu zar zor görüyordum.
"İşin bitti mi?" Hoseok yüzüme doğru bir mandalina fırlatıp son anda tutmamı eğlenerek izlerken her zamanki gibi marketin önündeki tahta sandalyeyi ters çevirdi ve sırtını yaslaması gereken yere kollarını koyarken büyük bir gülümseme ile bana baktı. "Terlisin. Vay, ateşli bir çalışanım var."
"Ardı ardına üç araba ile uğraştım." dedim kolayca kabullenerek. Bir taraftan mandalinayı soymaya çalışırken bir taraftan ona bakıyordum. "Bu kasabadaki herkes araba kullanma özürlüsü."
Hoseok inkar etmedi ama oyuncu bir tavırla yüzünü buruşturup "Böyle kelimeler kullanma." diyerek mırıldandı. "İnsanlara hakaret etme hyung... Onlar mükemmel araba kullanırsa bu göt kadar yerde parasız kalırız."
Haklı olduğunu bildiğim için bir tartışma girişiminde bulunmadım ki bulunmak için yeterince gücüm olduğunu da sanmıyordum. Bugün iş gerçekten yoğun ve zahmetliydi. Üst kollarım hamlamış gibi ağrıyordu ve yaz her geçen gün daha yakın olmaya devam ediyordu. Mayıs çoktan gelmişti.
"Neyse." Mandalinanın yarsını zar zor ona uzattım. "Haftaya Jungkook geliyor. Aslında bu hafta gelecekti ama Taehyung'un sınavları uzamış."
"Gerçekten mi?" Heyecanla yerinde doğruldu. "Yemin ederim iki geri zekalıyı da çok özledim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
louder than bombs : yoonmin
Fanficjimin kasabaya döndüğünde geride bıraktığından fazlasını bulacağını bilmiyordu