- - -
5| Bana sır tutmanın bedelleri olduğunu söylemiştin.
Jungkook ve Taehyung'un aklımda belirli kalıpları vardı. Onları yerleştirdiğim belirli yerler.
Jungkook küçüklüğünden beri haylazlık peşinde koşan, yaramazlık yaptığında o öndeki minik iki dişini gösterip tavşana benzeyen sevimli yüzüyle azarlardan kaçmayı başaran bir çocuk olmuştu. Onun gençliğini hayal etmek benim için hep zordu ama bir gün o sevimli dişleri artık yakayı kurtarması için yeterli olmadığında, kendi isteğiyle babamın karşısına geçip beni savunmak için sıkı bir yumruk yediğinde büyüdüğünü hissettirmeyi başarmıştı. Onun büyüdüğünü ilk o gün, yaka paça evden atıldığında ve soğuk bir geceyi benimle parkta geçirdiğinde fark etmiştim ki bu Jungkook'u tam olarak kafamdaki o kalıba yerleştirmem için yeterli olmuştu.
Aslında Jungkook'un kalıbı dar değildi, sanki her geçen sene boyut atlıyor ama hiç değişmiyor gibi hissettirirdi. O hep aynı kalmayı başaran ama büyüdükçe derinleşmenin de bir yolunu bulan mucizevi bir çocuktu. Jungkook yaramaz, kurnaz, kendisinden büyük bir kalbe sahip ve kesinlikle eşi benzeri bulunmayan bir çocuktu. Bana varlığı yanımda olmasa bile güven ve rahatlık sağlayan bir aurası vardı. Onu seviyordum. Onu her şeyden daha çok seviyordum ve bu hayattaki tüm şansımı Jungkook'un öz kardeşim olmasıyla harcadığımı düşünüyordum.
Taehyung'un ise Jungkook'tan pek farkı yoktu. Zaman zaman onların kayıp ruh ikizleri olduğuna dair büyük bir inanca kapılıyordum. Gloss'a ilk geldiğimizde ve Jungkook bir takım bunalımlar yaşamaya başladığında okuduğu lisede onun en yakın arkadaşı olma görevini Taehyung üstlenmişti. Annesi kasabadaki en iyi hemşirelerden biriydi ve o dönem gönüllü olarak büyükannemin tedavisi ile ilgileniyordu. Sanırım ikisi bu sıralarda böylesine yakınlaştı. Taehyung annesiyle birlikte bize gelir, annesi büyükannemle ilgilenirken kendisi Jungkook'un odasına kaşla göz arasında kaçıp onu ya sahile gitmek için ya da dışarıda biraz oynamak için ikna ederdi.
Taehyung'un aurasını seviyordum. Bu kadar kısa zamanda sempatimi kazanan üç-dört kişinin arasında ilk sıradaki yerini korumayı başarıyordu ki bu bile başlı başına Jungkook'un okumak için Busan'a gitmek istediğini söylediğinde güvenip gönderme nedenlerim arasındaydı çünkü Taehyung'un daima yanında olacağına emindim.
O garip bir çocuktu. En az Jungkook'unki kadar büyük bir kalbi vardı ama bazen Jungkook'tan daha fevri ve sanırım daha netti. Jungkook karşısındaki kendisini üzse bile bir şekilde yumuşamak için yollar ararken Taehyung bunu en sert çizgileriyle hallediyordu. Tavır alıp o tavrı sonuna kadar belli ederken bu yolda yapması gereken her şeyi hiç çekinmeden yapıyordu. Ayrıca hoşlanmadığı bir şey olduğunda karşısındakini ne olursa olsun bildiği en iyi yollarla uyarma konusunda da iyiydi. Yani yanlarında olmasam bile Busan'da başlarına bir şey gelirse Taehyung'un atacağı hiçbir adımdan çekinmeyeceğine emindim. Her şeyden öte Jungkook'un canının bile sıkılmasına izin vermeyip, biri onu üzerse karşı tarafı on kat daha çok üzeceğine de emindim.
Ve işin ucunda, tüm bu detaylar arasında, ikisi birbiri için yaratılmış gibiydi. Bu yüzden mutluydum. Kesinlikle mutluydum ve rahat hissediyordum.
Ama bir noktada ikisinin yan yana aynı ortamda bulunması can sıkıcı bazı şeylere yol açabiliyordu.
Mesela şimdiki gibi. Tüm kasabanın onlara yüzlerini buruşturup bakmasına neden olacak kadar gürültülü olmaları gibi.
Hoseok kollarını önünde bağlamış benim yanımda, benzin istasyonunun ucunda dururken başını iki yana sallayarak "Asla değişmeyecekler." diyordu. Ben de güneş gözümü aldığı için olabildiğince kısarken salak salak gülümsüyordum çünkü Jungkook duymama aldırmadan gaza basıp giden otobüse onları erken bir noktada indirdiği için küfrediyordu. Taehyung ise bu umrunda değilmiş gibi rahatlıkla görebildiğimiz o noktada bize deli gibi el sallayarak valizini sürüklemeye çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
louder than bombs : yoonmin
Fanficjimin kasabaya döndüğünde geride bıraktığından fazlasını bulacağını bilmiyordu