'Bugün güzel bir gün.'' dedi bir ses. Sanırım bu inanacağım son şeydi çünkü her yerim ağırıyordu. Öyle ki; ağrıyan yerlerimi kalemle işaretleyebilecek kadar hisssediyordum.
Kafamı kaldırdığımda annem tepemde dikilmiş bir şeyler söylüyordu. Bir pazar klasiği olarak, birazdan elektrik süpürgesi bir canavara dönüşecek ve ben kaçacak delik bulamayacaktım. En azından o uğultuyla uyandırılmadığıma seviniyordum. Uzun ve kaba bir gerilmeden sonra yavaşça yataktan çıktım ve banyoya yöneldim. Hızlıca bir ayılma aşamasından sonra, birinin karnımda ''beni doyur'' diye bağırdığını duyar gibiydim. Ah.. Hamile olduğumu öğrensem şaşırmayacaktım doğrusu.
Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra odama geçip giyecek bir şeyler baktım. Hava bir şort ve t-shirtle günü kurtarabilecek kadar sıcaktı. Boynuma ince bir fular alıp ayağıma yazlık çizmelerimi geçirdim. Kısa Convercelerimden sonra en sevdiğim ayakkabılarım sanırım.
Bugün güzelin aksine gergin bir gündü bence. Kızlarla bir kafede buluşup internetten ev bakacaktık. 3 yıldır İstanbul'da olmamıza rağmen hala istediğimiz gibi bir ev bulamıyorduk. Şimdiki evimizde kalmaya devam edersek donarak ölecektik; ama bulduğumuz evler de ya küçüktü, ya çok eski, ya da yeri çok ücra... Para sıkıntımız pek olmuyordu fakat yaşamak istediğimiz yerde istediğimiz gibi bir ev bulmak imkansız gibi bir şeydi.
Kulaklıklarımı takıp sakin bir müzik açtım ve yürümeye başladım. Genelde çok fazla sorunları olan bir insan değildim ya da ''yanından'' geçme işini iyi beceriyordum. Bilmiyorum. Ama insan ince bir müzikle baş başa kaldığında ya hayal kurmaya başlıyordu ya da yıkık hayallerini toplamaya. Ben kırıntıları biriktirip eski bir paltomun cebine saklıyordum her seferinde. Şimdi de bir güzel ceplerime saklayacağım çünkü iki tane fıstık sırıtarak bana doğru geliyor. Koca bir yılı birlikte geçirmemize rağman yaz tatillerinde bir birimizi özlemek gibi bir huyumuz vardı. Haftalar sonra ilk kez görüşüyorduk. Bükin'le Laçin'in evleri yakın olduğu için buluşup gelmişlerdi. Bursa'da bile onlara yakın olmak istiyordum ve bensiz görüşmelerini de kıskanmıyor değildim doğrusu. İkisini de bir birinde kıskanıyorum, sevginin son noktası bu herhalde?
Adımlarımı biraz hızlandırdım ve yan yana geldiğimizde birkaç küçük kahkahayla birbirimize sarıldık.
-Sanırım siz olmadan yapamıyorum kızlar, sizce depresyonda mıyım?
-Hiç sanmıyorum bebeğim bu bizim dayanılmaz olmamızdan kaynaklanıyor. Dedi Bükin ve elmacıklarını yukarı kaldırıp gözlerini kaybedecek şekilde sırıttı. Beni nasıl sinir edeceğini iyi biliyordu. Bir an poposuna vurup sıvışmak istesem de '' şımarıklığından bir şey kaybetme e mi'' demekle yetindim. Kafeye girdik ve siparişlerimizi verdik. Güne Türk kahvesiyle başlamak iyi gelecekti, bir de uzun süredir fal bakmadığımızı düşünürsek... Bir an önce laptopu çıkardım ve internetten emlak sayfalarını gezmeye başladım. Şu işi bir an önce halletmek, kızlarla uzun uzun sohbet etmek istiyordum. Ha bir de falımda güzel şeyler duyup kendimi mutlu edecektim tabii.
Kahvelerimizi içtik ve gözümüze kestirdiğimiz birkaç ev için emlakçıyı aradık. İstanbul'a gittiğimizde evlere bakmak için sözleştik. Adam, bunlara benzer bir iki ev daha gösterebileceğini söylediği için içim biraz rahatlamıştı.
Laçin bugün biraz durgun görünüyordu, sanırım Uras'la ilgili bir şeyler vardı. Neyin var diye sorduğumda ''her zamanki şeyler'' deyip geçiştirdi. Zaten ne zaman canı sıkkın olsa kendi kalesine sığınır ve nefes alacak kadar bile boşluk bırakmazdı. O yüzden fazla üstelemedim. Birkaç hafta sonra ailesiyle tatile çıkacağını ve alışveriş yapması gerektiğini söyledi. Biraz uzaklaşması iyi olabilirdi, hem tatilleri kim sevmezdi ki? Ben çok severdim en azından ve babamın işlerine bir ara verip bizi hatırlayacağı günü iple çekiyordum. Tüm günü biraz dedikodu, fal ve alışverişle tamamladık. Her ne kadar ihtiyacımız olmasa da Bükin ince askılı beyaz bir elbise; bense gök mavisi, ince topuklu ve şeritler halinde bileği saran bir ayakkabı aldım. Sonunda Laçin'in istediği bikiniyi de bulduğumuzda artık pilimin bittiğini hissediyordum. Sanırım eve gidince vücudumda birkaç yer daha işaretlemem gerekecekti.
Eve döndüğümde hava neredeyse kararmıştı. Kendimi halsiz hissediyordum, tek yapmak istediğim bir şeyler atıştırmak ve kendimi odama atmaktı. Biraz kitap okur, internette takılır sonra da istemsizce sızardım muhtemelen.
Yemeğimi yedikten sonra tabağımı makinaya yerleştirdim, kendime bir kahve yaptım ve odama geçtim. Gözüm kitaplığımda, aylardır yarım bıraktığım kitaba takıldı. ''Düğümlere Üfleyen Kadınlar''
Aslında çoktan bitmiş olması gerekiyordu; fakat tiyatro okuyorsanız gireceğiniz karakteri su gibi içmeniz gerekiyor. Her hafta farklı biri olmak hiç de kolay değildi, bu da vaktimin çoğunu alıyordu. Bu gece tatilde olmanın verdiği rahatlıkla kendimi biraz şımartmaya karar verdim ve bir yandan kahvemi yudumlarken bir yandan da kaldığım yerden okumaya başladım. İstanbul'da olsa çoktan bir sigara yakmış, yayıla yayıla okuyor olurdum. Ama burada yemiyordu tabii...
Bu geceyi huzurlu kapatıyordum. İşler hiç de fena gitmiyordu; kızlarla ilk kez tam zamanında buluştuk, birkaç güzel ev bulduk, falımda atlar, balıklar havada uçuşuyordu ve ben kendimi dinlenmiş hissediyordum. Güzel bir uyku çekmemin şerefine yarın sabah sahilde koşmak üzere kendime söz verdim. Hava oldukça sıcaktı, deniz kenarında yaşıyor olmamıza rağmen, o coğrafya kitaplarındaki rüzgarlar bir halta yaramıyordu. Tüm gece açık olan camımı kapatmak için yavaşça yatağımdan çıktım. Babam çok erken saatlerde kalkıp işe gidiyordu, bu yüzden onu uyandırmak istemezdik. Sonunda baş ucu lambamı da kapattığımda son kez telefonumu kontrol edip kendimi uykunun kollarına bıraktım. Gün içinde gelen mesaj seslerinden hoşlanmıyordum; bu yüzden titreşimdeydi çoğu zaman. Fakat geceleri sesini açmadan uyumazdım. Geceleri bana ihtiyacı olan biri vardı biliyorum. Bir zamanlar var olan fakat şimdi esamesi okunmayan biri. Gecenin bir körü aniden çalardı telefon, telaşlı ve soluk soluğa bir ses orada olmamı dilerdi. Sesine dokunup, yüzünü okşamamı...
Artık kimsenin soluğuna tutunmam gerekmiyordu biliyordum; ama alışkanlıklar da birden değişemiyordu işte. Sanırım bu ondan bana kalan birkaç şeyden biriydi. Ve bir gün aradığında, telefonun ucundan yüzünü avuçlarıma alıp rüya olduğunu söyleyeceğime emindi...
''Bugün günü ben doğurdum! Hey size söylüyorum martılar! Ah üzgünüm size atacak bir simidim yok ama düş kırıklarımı etrafınıza saçabilirim.'' Biri görse birkaç tahtamı da denize saçtığımı zannederdi eminim. Ama ben son birkaç dakikadır çok eğleniyordum; gözlerimi kıstım, ellerimi belime koyup acemi tiyatrocular gibi büyük hareketlerle martılara aklımca bir tirad yaptım. Shakespeare'inoyunlarından fırlamış gibi konuşuyordum ve bu inanılmaz eğlenceliydi.