Bölüm 2 Sabah Kokusu

242 13 2
                                    

      Bölümde sözleri geçen şarkıyı ve Orhun'un fotoğrafını multimedyada bulabilirsiniz arkadaşlar. Bu wattpadde ilk denemem bazı aksaklıklar olabiliyor, sürçü lisan ediyorumdur muhtemelen affola :) 

Şarkıyı mırıldanıyor usul usul. Hiç göz göze gelmiyoruz. Burada olduğumu biliyor oysa, beni hissetmemesi imkansız. Başını kaldırıyor birden, bakışlarından bana akan bir şey var. Bir an kendi girdabına sürüklüyor, sonra birden camdan bir duvara toslayıp yerle bir oluyorum.

''Maybe one day you'll understand why

Everything you touch surely dies''

Son cümleleri elleriyle getiriyor bana. Sahiplenmemi istiyor sanki. Bardan tüm sakinliğiyle çıkarken peşinden koşuyorum. Tüm kalabalık yok oluyor birden, soluk soluğayım yetişemezsem kaybolacak biliyorum. Ona, kokusunu hissedecek kadar yakın olduğumda uzun bir soluk alıyor o da. İçinde binbir mecburiyetin kelepçeleri, kendi özgürlüğünün anahtarları var.

Buz mavisi gözlerinin nasıl böyle griye çalabildiğini sorguluyorum ben. Yüzünde kırk yıllık çınarın yorgunluğuyla kaldırıyor kolunu. İki parmağıyla nazikçe kavrıyor çenemi, dokunduğu yerlerden bir şeylerin göğüs kafesime dolduğunu hissediyorum.

-Seni hala terk etmedim, geri dönmeyeceğim; ama hiç gitmeyeceğim.

Son bir hışım uzanıyorum yüzüne, ona dokunup yoksayacağım her şeyi. Ama bir anda kayboluyor, göğüs kafesimdeki boşluğun her bir zerresini acıyla hissediyorum.

Uyandığımda kulağımda garip bir uğultu vardı. Hava alacakaranlık ve odanın huzursuz kokusu ciğerlerimi delip geçiyor. Beynim bir defterin ilk sayfası kadar boş, aklımdan yalnızca o kelimeler dökülüyor avuçlarıma;

''Seni hala terk etmedim, geri dönmeyeceğim; ama hiç gitmeyeceğim.''

Tekrar uyumak istiyorum sabah bunların sadece birkaç kelimesini hatırlayacağım. Kalbimi sıkıştıran bu koku havaya karışacak. Kimi kandırıyorum ki... Hepsini mıh gibi kazıdım beynime, kokusunu unutmadım hiç, sesinin beni ürküten uzaklığını, bakışlarının tenimden kendine kopardığı parçaları...

Sanırım biraz hava almaya ihtiyacım var. Sabahın o ıssız kokusu beni kendime getirir her zaman, biraz üşümek rüyanın boşluğundan kurtarır beni. Binbir şekle girmiş pikemi üzerimden attım önce, o bile ağırlık yapıyordu sanki. Yatakta doğrulup ayaklarımı aşağıya sallandırırken başımı geriye attım. Tavanımdaki fosorlu yıldızlarım sönmüştü çoktan. Gün aydınlanmaya yakın bir halde benim tenime nüfus etmeyi bekliyordu sanki. Ayaklanıp balkonuma doğru yöneldim,denizin soğuk kollarında kendime şevkat dolu bir yer arıyacaktım. Balkonda annemin önceden bahçe için aldığı salıncaklı koltuğum vardı. Miladı dolduğunda o da benim yanımdaki yerini aldı. Hava hızlı hareket etmemi sağlayacak kadar soğuktu. Dizlerimi kendime çektim, ellerimi bacaklarıma sarıp başımı koltuğun yanına yasladım. Ne kadar küçülürsem o kadar kolay kaybolurum, kaybederim gibi geliyordu. Bu aptal rüyayı bu kadar önemsemem saçmaydı biliyordum; ama haklıydı beni hala terk etmemişti. Ve o ne olursa olsun dediğini yapardı.

Telefonum çalıyor. Bu saatte... Kalbimin nasıl attığını bilmiyorum, attığından bile emin değilim. O arıyor olamaz değil mi? Bu kadar tesadüf filmlerde bile olmamalı çünkü. Ellerim titrerken adımlarım hızlandı, telefonu bulmalıydım hemen. Elime aldığımda ekrana bakamayacak kadar gergindim. Bir solukla cesaretimi topladım, arayan isme bakmamamla telefonu yatağa fırtlatmam bir oldu. Bir yanım huzurla iç çekiyor bir yanım öksüz burukluğunda kaybluyordu.

Bu çocuk bu saatte beni niye arıyordu yahu? Neden ben? Kendi kendime hayıflanırken camıma bir taş geldi. Sanırım Orhun beni görüp uyanık olduğumu anlamıştı. Ayaklarım üşüdüğü için ev terliklerimi giyip çıktım, aşağıda gözleri dahil bütün iç organlarıyla bana gülümseyen biri vardı.

Günaydın Gökçe, yine güneş senin saçlarından doğmuş diye duydum. Gelip bir bakmak istedim. Bu laflara önceden çalışıyor muydu acaba? Yine de etkileyici bi denemeydi.

Başımı yana devirip ona baş belası bir gülüş attım.

-Günaydın Orhun, beni rüyanda mı gördün diyeceğim ama alacağım cevaptan korkuyorum.

-Hayır, balkona çıktığında yüzündeki renk çekilmiş gibiydi. Biraz yalnız kalıp kendine gelmeni bekledim, iyiysen martılara düş kırıklıklarını saçmaya gidebiliriz?

Ha? Nasıl yani tüm o saçmalıkları görmüştü lanet olsun! Birgün ne kadar berbat başlar formu gibiydim resmen.

-Kendi kendime eğleniyordum dedim, ağzımı yamultup tek kaşımı kaldırırken. Bu çocuk gerçekten gölge gibiydi.

-Kahvaltı diyorum, daha ne kadar bekleteceksin? Tam ağzımı açıp itiraz edecek gibi oldum ama şu an yalnız olmak istemiyordum. Ona yabani bir amazon kadını gibi davranmaktan vazgeçersem bana aşık olmadığını da anlardı belki.

Hızlıca hazırlanıp çantamı da aldıktan sonra aşağıya indim. Hava biraz serindi, lacivert çiçekli taytımı, üzerine de beyaz V yaka t-hsirtümü giydim. Pudra pembe hırkam kalçalarıma kadar indiği için pek üşümezdim. İndiğimde Orhun sırtını bahçe duvarına yaslamış beni bekliyordu. Altında bir basketbol şortu, üzerindeyse ince bol bir hırka vardı. Dağınık saçları kapşonunun altından görünüyordu. Çıktığımı görünce yanıma geldi ve yürümeye başladık. Sahildeki çay bahçesi yeni açılıyordu. Kendimize birer simit ve peynir alıp deniz kenarında bir masaya oturduk. Bursa'da olduğum zamanlar bazen buraya gelir insanları izlerdim. Kırmızı elbiseli topukları çatlak bir kadının hikayesini yazardım kenimce. Her seferinde başka bir adamı özleyen, sabırsızlandıkça ojelerini kazıyan bir kadını. Dalgalar birbirini kovaladıkça kadın tekrar geliyordu. Yine hikayelerime hikaye ekleyecekken Orhun'un sesi sessizliği böldü.

-Daha iyi misin Gökçe?

-Kötü olmam için bir sebep yok, biraz hava alıyordum.

-Yanında olmamı kabul edecek kadar yalnız hissediyorsan bir sorun vardır matmazel. Bedenimden sonra ruhuma da gölge olmaya çalışıyordu sanırım.

-Seni terslememin çok da bir şey ifade etmediğini anladım, bir de böyle deneyelim bay 'gölge'. Derin bir iç çekti, kendi küçük zaferinin tadına bakmakla meşguldü.

-Benden kaçamazsın derken her şeyi kastediyorum. Yüzündeki çocuksu gülümseme birden kayboldu, onu ilk defa böyle ciddi görüyordum. Ve konuşmasına devam etti;

-Bak seni tavlamak gibi bir niyetim yok. Öyle olsaydı mesafeli davranmayı denerdim, kadınlar bunu her zaman yer. Sadece seninle aramda bir bağ olduğunu hissediyorum, sana karşı kaybedecek bir şeyim yok. Çünkü kazanmayı hiç göze almadım. Yaralarını sarmak için gelmedim, onları görebildiğim için geldim.

İkimiz de sustuk. Uzun bir süre... Sessizlik kulaklarımızı tırmalamaya başladığında, ''kalksak iyi olacak evdekilere haber vermemiştim'' dedim. Anlayışla gülümsedi, bu konuşmanın karşılıksız kalacağını zaten biliyordu.

Beni eve bıraktığında bahçeye girip gitmesini bekledim. Sokağı döndüğünde sessizce çıkıp yürümeye başladım. Dünümle bugünüm nasıl da çabuk değişmişti değil mi? Yaralarımı görebiliyormuş ama sarmayacakmış. Kaç sokak geçtim , arnavut kaldırımlarından kaçını eskittim bilmiyorum.

İçimde hala veda senfonisini yapmamış bir adamı barındırıyordum, başka bir adam da onu birlikte seyredebileceğimizi söylüyordu.

Gökkuşağına Ankasız UlaşamazsınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin