Bayram bitene kadar bölüm atamayacağım için buraya bol bol yorum yapabilirsiniz isterseniz.
Sizi çok seviyorum.
Kocaman öpüldünüz.
Etrafımda olup biten hiçbir şeyi yakalayamıyordum. Anın içinde değildim. Gelecekteydim ve ne olacağını düşünmekten insanların bana ne söylediğini tam olarak anlayamıyordum. Bakıyordum ama görmüyordum. Bir karmaşa hakimdi evet. Etrafımda, insanların üzerinde, pahalı eşyalarla bezenmiş koca salonun içinde ve belki de salonun bir köşesinde bulunan piyanoda bile bir karmaşa, telaş hakimdi.
Ben sessizdim.
Salonun camından dışarıya bakıyordum ve gördüğüm görüntüden memnun değildim.
Baktığım yerde olan süslenmiş gelin arabası, içimi acıtan bir hüzne boyuyordu.
Düğün günü gelmişti.
Kendimi Seul'de, bir balo salonunun içinde bulalı neredeyse iki saat oluyordu. Sehun'u tam olarak on beş dakika önce damatlığının içinde görmüştüm ve henüz Myeong'u görme fırsatım olmamıştı ama bu iyiydi. Gördüğüm an yere düşüp ağlamak istemiyordum.
Başsavcının nerede olduğunu bilmiyordum ama omzumun üstünden baktığımda, misafirlere ayrılan onlarca masadan birisinde arkadaşlarımın oturduğunu görebiliyordum. Sanırım başsavcı her şeyiyle kendisinin ilgilendiğini söylediği düğünü, herkese duyurmak gibi bir amaç edinmişti kendine.
Ve haftalardır ne kimliğim, ne pasaportum ne de vizem ulaşmıştı bana. Eğer şu an onlar elimde olsaydı, Sehun'u alıp gidebilirdim ama yoktu. Elim kolum bağlanmıştı tekrar. Huysuza annemi burada bırakamayacağımı söylediğim için annemin kimliğini de iki hafta önce ona vermiş, gerekli belgeleri çıkarmasını söylemiştim. Ama dediğim gibi, hiçbir haber yoktu.
"Eğleniyor musun?"
Deoksun yanıma yaklaşıp sorduğunda, bakışlarım kısa bir an ona dokundu. Sırtını benim baktığım cama yasladı ve derin bir nefes aldı. Kırmızı kabarık elbisesini düzeltti, bakışları yüzüme dokundu. "Piyano çalacak mısın bu gece?"
"Çalmayacağım." dedim sadece.
Kimseyle konuşmak içimden gelmiyordu ve bu kadar öfke doluyken benimle konuşmamalıydı. İstemeden ya da bile isteye kalbini kırmaktan çekinmezdim çünkü. "Ama neden?" diye sordu sessizce. "Bu kadar güzel bir gecede elbette çalmalısın. Herkes duymak isteyecektir."
Bakışlarım bir kez daha ona dokundu. "Herkes duymak isteyebilir ama ben çalmak istemiyorum." dedim. "Beni anladın mı?"
Ona çıkışmamı beklemiyor olmalı ki dudakları aralık bir şekilde öylece yüzüme baktı. Birkaç saniye sonra dudaklarını kapattı, tekrar araladı ve söyleyecek bir şey bulamadan boğazını temizleyerek gülümsedi. "Üzgünüm, sanırım yanlış bir anına denk geldim." dedi. "Gitsem iyi olur."
"İyi olur." dedim onun gibi. "Yalnız kalsam çok daha iyi olur."
Bu sefer yüzüme bakmadan yanımdan çekildi ama kalbini kırdıysam bile bir üzüntü hissetmiyordum. Gözlerimi bileğimdeki kırmızı iplikte dolaştırdım. İşaret parmağımla o ipliğin üzerine dokunurken aslında her an ağlayacakmış gibi hissediyordum kendimi.
Misafirler yavaş yavaş salona doluştu. Yemin töreni tam olarak ne zaman başlardı bir fikrim yoktu ama hemen olmayacağını bilmek bile beni bir nebze rahatlatıyordu. Dudaklarımı ıslatıp derin bir nefes aldım. Çok geçmeden bu sefer yanıma yaklaşan huysuz olmuştu. Camın kenarındaki mermerin üstüne bir not defteri yerleştirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Once upon a time / HunHan
ФанфикSıkı yönetimin sert kurallarının uygulandığı bir zamanda, 1984 senesinin kasım ayında çıkmıştı karşıma. O yasakların ne olduğunu bile bilmeden girmişti hayatıma, ben ise zaten kuralların ehliydim. Bir kez bakmış ve bin kez yenilmiştim. Kapalı kapıla...