4

14 2 0
                                    


Kış baskını artırıyordu günler günleri, ben onunla olan hayallerimi kovalarken. O günden sonra hiçbir konuşma olmamıştı, sesini bir kez duymak, ona yakın olmak bile fazlası için Duru'yu müthiş bir arzunun içine atmıştı.
Bugün ailesine gidiyordu Duru. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir otobüs yolculuğu yapacak ve ailesinin o huzur dolu yuvasına ulaşacaktı. Sabah dokuz otobüsüne bindi, arkalarda cam kenarı bir yer bulup oturdu. İlk sınavlar bitmişti, dersleri pek iyi sayılamazdı Duru'nun fakat kötü de denemezdi. Üstüne düşse iyi bir öğrenci olarak anılabilirdi fakat
hayattan hiçbir beklentisi yoktu. Hayat, önemli günlerde hatra gelen, ayda yılda bir buluşulan uzak bir akraba gibiydi onun için. Varlığı da yokluğu da birdi.

İki durak sonra otobüs durdu ve yaklaşık beş altı kişi bindi. Duru binenlere kısa bir göz gezdirdikten sonra tanıdık çehrede takılı kaldı gözleri. Orhan binmişti otobüse. Duru hemen gözlerini kaçırıp kafasını cama eğdi. Bunu neden yaptığını kendi de bilmiyordu, yapsa da yapmasa da Orhan onu tanımazdı halbuki.
Orhan iki koltuk önde cam kenarına oturmuştu. Duru kafasını doğrultup incelemeye başladı onu. Saçları kahverengiydi, aralarında güneşin vurduğu bazı tutumlar umut vaadediyordu. Güneş o saç tellerinde dinleniyor, sonra başka yüzeylere akıp gidiyordu.
Duru eve yakın durağa yaklaştıkça zihnindeki tilkiler yiyip bitiriyordu onu. Takip et diyorlardı, takip et. Sebep, sonuç yoktu bu emirlerde. Sadece olağan bir durum, olması gerekenin gerçekleşmesi gibi bir akışa aitlik durumu.

Durunun inmesi gereken durakla son durak arasında beş durak vardı. Son durak ormanlık alanın olduğu bir yerdeydi. Duru düşüncelerine boğulmuşken çoktan ineceği durağı kaçırmıştı. İçinde kalbini sıkan bir el şimdi daha kuvvetli kavrıyordu onu, Orhan arkasına döndüğünde göreceği yüzüne solukluk gelmişti.

Sabah güneşi iyice ısıtırken yeryüzünü Otobüste son durağa yakın Orhan ve Duru dışında çok kişi kalmamıştı. Duru son duraktaki ormanın sadece adını duymuştu, hiç gitmemişti. Orhan'ı takip etmesi gerektiğini hissediyor ve bu düşünce onu zincirliyordu, kaçışı yoktu.

Otobüs durdu, Duru Orhan'ın ayaklandığını görünce kafasını öndeki koltuğun arkadına gizledi hemen. Bir vakit geçtikten sonra kafasını kaldırdı, Orhan inmişti ve çoktan yürümeye başlamıştı yolu.

Duru vakit kaybetmeden dışarı attı kendini, arada biraz mesafe bırakarak  takibe başladı.

Yolun ucunda yola dik iki şeritli yol vardı, tam karşıda ise bir bakkal. Orhan hızlanmıştı, yolun karşısına geçip bakkala girdiğinde Duru yolun bu tarafında kalmıştı. Bir ağacın arkasına saklanıp izlemeye koyulduğunda  Orhan elinde kürekle bakkaldan dışarı çıkıp ormanın içine doğru yürümeye başladı. Duru anlam veremiyordu gördüklerine ama biraz daha burada vakit kaybederse aklındaki sorular asla cevaplanmayacaktı.

Yolun karşısına geçti, bakkalın yanından geçip ormana daldı, bastığı kuru otların çıkaracağı sesi en aza indirecek şekilde hızlandı. Orhan ağaçların arasında düzlük bir alanda durdu. Ayağıyla bastığı toprağı kontrol etti, sol elinde tuttuğu kürekle topları birkaç kez denedikten sonra ayağıyla küreğe yüklenip toprağı çıkarmaya başladı.

Neden?

Duru gördüklerine inanamıyordu. Kalbi boynunda, kafasının içinde, çok ama çok yakın bir yerde atıyor gibi ve artık kendi düşüncelerini bile duyamayacak hale geliyor bu sesten. Kendisi bir rüyada, evet o okyanus dolu rüyadaki hisler tarafından boğuluyor gibiydi.  

Orhan durdu ve yere eğildi, aradığı şeyi bulmuş olmalıydı. Onlarca kağıdı seçiyordu Duru, Orhan'ın soğuktan kızarmış ve titreyen parmaklarını da. Orhan kağıtları hapsoldukları yerden çıkardı ve okumaya başladı. Satırları geçtikçe gözleri doluyordu, onun gözleri doldukça zaten dolmuş olan Duru akıp gitmek, her şeyini ne var ne yoksa dökmek istiyordu. Gözyaşına, gözyaşı aktı. Burada, ağaçların arasında onu böylesine seven birisinin varlığını asla bilemeyecek ve göremeyecek oluşu Duru'nun kalbine saplanan bıçağı deştikçe deşiyor, kanattıkça kanatıyordu yarayı. Artık pansuman kabil değil.

Onu böylesine yakıp ezen bir hüzün nasıl onu sadece kendi derdine düşürebilmiş ve kör etmişti gözlerini. Onu kaybetmiş olmak zannına kapıldıkça ondan uzaklaşmak fikri büsbütün can bulup gözyaşı kesiliyor ve tanıdık, soruyor ona:

"Nasıl göremezsin onu?"


Kayıp Şehirdeki BuzdağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin