10. Bölüm

47 3 0
                                    

Çok sessiz bir yolculuk geçirdik. Ilgar'ın arada bana baktığını hissediyordum. Onun yola odaklandığı sırada yüzüne düşen birkaç tutam saçı gözünün önünden çektim ve irkildi. Sonra yola geri döndü ve arabayı sürmeye devam etti.

   Muhteşem yüz hatları yoktu. Gereğinden uzun siyah saçlarını eliyle arkaya taraması ve o mavi gözleri tehlikeden çok, huzur verici şeyleri hatırlatıyordu. Yüzündeki ifadesini bir okurun elinden bırakamadığı kitabı gibi sürekli izlemek istiyordum. Ne fazla yakışıklıydı ne de fazla çirkin. Bir ressamın son hatlarını çizmediği ama genel anlamda bitirmiş olduğu resmini canlandırıyordu. Arabanın durduğunu fark ettiğimde elime çantamı alarak kapının koluna uzandığım sırada;

"Bugün çok güzeldi," dedim. "Teşekkür ederim." Yüzüme ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Bir süre ben de öylece baktım ve sonunda;

"Hadi gidebilirsin." dedi. Gidebilirsin?

"Aaa tabi izin de verdin şimdi gideyim ben, görüşürüz."

   Eğilip kapı koluna uzandığında ciddi olduğunu anladım. Dengesiz. Ya da megaloman. Onu tanımlayan sözcükler tam olarak bunlardı işte. Yüzüne baktığımda yakasıyla oynadığını fark ettim. Onu ilk gördüğüm gün, evinin bahçesine girdiğim gün ve okulun bahçesinde arkadaşlarıyla olduğu zamanda yakasıyla oynuyordu. İzmir'de yaşadığım evin mahallesindeki bakkalımız Selim amcanın yüzünü yıkıyormuş gibi yapmaya tiki vardı. Onun dışında böyle farklı bir tik görmemiştim. Elini tutup yakasından çektiğimde yüzüme baktı. Gözlerimi kaçırıp hızlıca arabadan aşağı indim. Yurda doğru yürürken esen rüzgar titrememe neden oluyordu. Hızlıca içeri girip kendimi yatağıma atmak istiyordum. Tabii ödevleri bitirdikten sonra...

   Artık ellerimi hissetmediğimde kalemliğimi ve defterlerimi toparlayıp dolaba yerleştirdim. Yaklaşık iki saatlik uğraşımdan sonra ortaya çıkan ödevimi de güvenli bir yere kaldırıp kendimi yatağa bıraktım. Ve aynı saniye içinde acıyla inledim. Yatağın baş kısmındaki demiri hesaba katmamıştım. Zaten çok sakardım. Elimle kafamı ovalayıp başımı bu sefer yastığıma koydum.Dolabımın yanındaki saatim 7'yi gösteriyordu. Okuldan 3'de çıkıyorduk. Demek ki Ilgarla 2 saat geçirmişim.

   Okul bittikte sonra ne yapacaktım hiç düşünmemiştim. Sanki bir anda bilinmezliklerin içine sürüklenmiştim ve burada kayboluyordum. Daha 8 ay öncesine kadar annemle beraber mutfakta kavga ederek yemek yaptığımızı hatırlıyordum. Tabi zaman çoğu şeyi beraberinde götürüyordu. En değerli anılarını bile... Burada başkalarının paralarıyla okuyordum. Dayımdan başka tanıdığım akrabam yoktu. Zaten artık o da yoktu. İzmir'e geri döner miyim bilmiyordum ama beni oraya bağlayan bir şey kalmamıştı. Belki de üniversiteye geçtiğimde bir eve çıkabilirdim. Hem okur, hem de bir işe girer çalışırdım. Daha sonrasının hayalini kuramıyordum. Önümde annemsiz ve tek başıma geçirmem gereken yıllar vardı.

   Düşüncelerimde kaybolmayı bir kenara bırakıp üzerimi değiştirmeye karar verdim. Dolabımdan gri bir eşofman ve siyah bir tişört aldım. Çoraplarımı çıkarıp burnuma götürmemle, burnumdan geri çekip yatağa fırlatmam bir oldu. Çekmeceden pembe bir çorap alarak ayağıma geçirdim ve karnımın guruldadığını hissederek yemekhaneye inmeye karar verdim.

   Tabağımda duran 2 dilim lazanyayı mideme indirdikten sonra bir tabak mantarlı tavuk soteyi ve esmer pilav dedikleri, arpa şehriyeden yapılan pilavı yedim.  Kusacak duruma geldiğimde odama geri döndüm. O kusma anına gelmeden doyduğumu anlamıyordum.

   Tavanla bakışmayı kesip film izlemeye karar verdim. Bilgisayarımı elime alacağım sırada kapım çaldı. Bu saatte kim gelirdi ki? Zeynep başını kapıdan uzattığında Afra'yla beraber içeri girmelerini izledim.

"Bu saatte ne işiniz var burada?" dedim. O sırada Zeynep kendini yatağıma attı. Bunu yaptığı an yüzünü ekşitti ve elini kafasına götürüp;

"Kim koydu bu demiri buraya?" dediğinde Afra'yla kıkırdamaya başladık.

"Ah kardeşim acısını iyi bilirim de hayırdır?"

"Birilerinin canının sıkılmış olduğunu düşündük geldik. İstemiyorsan gidelim?" Afra yalandan kapıya doğru yürümeye başladığında;

"Olur mu öyle şey saçmalama. Hadi otur." dedim.

   Yemekhaneye inip kahve yaptım ve cips alıp odaya geri döndüm. İçeri girdiğim saniye;

"Anlat bakalım,"dedi Afra. "Nedir bu Ilgar Doruk meselesi?" Okuldan onunla çıktığımı öğrendiklerine göre, bunu sormaları gayet doğal diye düşünüyordum. Sanırım artık anlatmam gerekiyordu. En yakın arkadaşlarıma yalan söylemek istemiyordum. En başından -sahilde yanıma gelip oturmasından- başlayarak her şeyi anlattım. Arada söyledikleri 'Oha!' ve benzeri kelimelerden başka sözümü kesmeden dikkatlice dinlediler. Son olarak bugünü de anlattım ve Zeynep;

"Okuldaki tüm kızların hayaller kurduğu Ilgar Doruk, Belin Acar'a yazıyor!" dedi. Afra da onu onayladı ve yüzlerine baktım. İkisinin de gözleri ışıldıyordu. Benim için mutlu mu olmuşlardı? Bu o kadar hoşuma gitmişti ki neredeyse ağlamaya başlayacaktım. Annemden sonra kimse bana böyle önemsercesine bakmamıştı.

"Peki sen ne hissediyorsun ona karşı?" Ilgar benim için tam olarak ne ifade ediyordu bilmiyordum. Onunlayken her şey mükemmeldi. Hiç sıkılmıyordum. Ona karşı duyduğum hislerin farkında değildim. Kafamı dağıtıyordu ve huzuru bulmama yardımcı oluyordu. Seviyordum.  Ama ben neredeyse herkesi severdim. Ne şekilde sevdiğimse o kişinin konumuna bağlı olurdu sanırım. Belki de Ilgar'ın bendeki yerini, konumunu bulmalıydım. Bunun için zaman gerekiyordu. Yalnız bildiğim tek şey vardı ki: Onunla vakit geçirmek müthişti.

"Karışık." dedim. Tüm gece kızlarla Ilgar'la ne kadar iyi uyuşacağımızı tartışıp durduk. Ben arada uyuklasam da onlar hiç sıkılmadan saatlerce bu konuyu tartıştılar. Sonunda çeneleri yoruldu ve ben odadaki 3'lü koltukta uyudum, Afra ve Zeynep benim 1,5 kişilik yatağımda uyudular.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 16, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ÖyleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin