5. Bölüm

95 4 0
                                    

Multimedia da Ilgar var.

Ben salıncakta otururken Ilgar, geceden kalma kıyafetlerini değiştirmek için önünde kocaman bir havuzu olan, etrafı ağaçlarla ve kış çiçekleriyle bezenmiş eve girdi. Ben de yerimden kalkarak ayakkabılarımı giydim. Esen soğuk rüzgar yüzümü yaladığında titreyerek kollarımı vücuduma sardım. Aradan yaklaşık on beş dakika geçmişti. Meraklanmaya başlayarak yerimde huzursuzca kıpırdandım. Evden gelen ayak seslerini duyduğumda başımı o yöne çevirdim. Siyah bir pantolonla, iki düğmesi açık kot bir gömlek giymişti ve saçları ıslak görünüyordu. Bu kadar kısa sürede nasıl duş alabilmişti ki? Hırkasını da giyerek yanıma geldi.

"Al bakalım." diyerek elindeki siyah şalı kucağıma fırlattı. Ne kadar da nazikti böyle (!)

"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda beni takmayarak yürümeye devam etti. Tam arabanın kapısını açacaktı ki;

"Sen bu arabayı nasıl süreceksin?" diye bir soru yönelttiğimde kahkaha atarak bana baktı. Arabaya bindiğimizde;

"Bak burada gaz, fren ve arabayı yönlendirmemi sağlayacak direksiyon var.Anahtarı takıp çalıştaracağım sonra da gaza basarak hareket ettireceğim." dediğinde alaycı bir tavırla ;

"Ha ha ha çok komiksin." dedim.

"Ondan bahsetmiyorum. Senin bu yaşta ehliyetin mi var? " diye devam ettiğimde yine gülerek bana baktı. Niye sürekli gülüyordu ! Bu kadar komik olan bir şey varsa söyleseydi de bizde gülseydik. Son düşündüğüm üzerine salak hocalar gibi konuştuğumu farkedip çirkin düşüncelerimi kovdum.

"18 yaşındayım." dediğimde ağzım bir karış açık ona baktım.

" Ciddi misin sen ? Eğer yalan söylü..." sözümü keserek;

"Hiç yaşımı sormadın ki.Ne yani, sden adını söylediğinde ben 18 yaşındayım mı deseydim ?" dedi.

Gülmeye başladığımda gözlerini devirerek arabayı sürmeye devam etti.

" Nereye gidiyoruz biz ?" dedim. Cidden ben bu çocuğu tanımıyordum ki. Sonuçta Tecavüzcü Coşkun da olabilirdi.

"Ne kadar çok soru soruyorsun ! Başımı ağrıttın. " dediğinde gözlerimi kısarak ona baktım.

"Beni kaçırıyor da olabilirsin. Seni daha tanımıyorum." Tek bildiğim 19 yaşındaydı. Kocaman bir evde tek başına yaşıyordu. Adını bildiğimi sayamazdım. Çünkü telefonla konuşan ya da yoldan geçen birinin de adını öğrenebilirsin. Ama arabasına bindiğin kişi için bu yeterli değildi.

Susmayı tercih ederek yolun kenarındaki ağaçları izlemeye devam ettim. Arabanın motoru durduğunda geldiğimizi farkettim. Etrafıma baktığımda yaprakları dökülmüş olan ağaçların altında ahşaptan masalar olduğunu gördüm. Kesinlikle, anlatamayacağım kadar muhteşemdi. Masaların üzerinde birkaç kitap vardı ve sandalyelerin başına şal bırakılmıştı. Yapay göletin kenarındaki bir masaya oturduk. Hava hafif serindi ama üzerimdeki şal, bunu pek hissettirmiyordu. Yanımıza yaklaşan yakışıklı garson;

"Hoşgeldiniz, buyrun?" dedi. Ilgar bana bakarak;

"Ne içersin?" dedi. Aslında benim canım pasta çekmişti.

"Bir dilim çikolatalı pasta ve kahve istiyorum." dediğimde gülerek bana baktı. Kendisi de sıcak çikolata istedi. O öyle deyince canım ondan da çekmişti fakat susarak olayı abartmadım. Daha sabahın erken saatleri olduğundan etrafta fazla insan yoktu. Birkaç kişi ayılamamış yüz ifadeleriyle, tahminimce acı kahvelerini yudumluyordu.

Siparişlerimiz geldiğinde benim gözüm sıcak çikolatadaydı. Eğilip kahvemi alacağım sırada saçım önüme düştü fakat aldırmadım. Eliyle saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Onu anlamayan bir ifadeyle bakarken bir an gözlerim, mavi gözleriyle buluştu. Fakat hemen kaçırdım. Fincanımı tabağına bırakarak;

"Buraya sık gelir misin?" dedim.

"Evet. Neredeyse ger gün." diye karşılık verince şaşkınlıkla ona baktım.

"Ne yapıyorsun ki burada?" dediğimde çenesinin ucuyla ilerde duran ve etrafında renkli minderler olan platformu gösterdi. Ne yani burada çalıyor muydu?

"Geceleri canlı müzik oluyor." dedi. Belki de dün gece bu yüzden evine gitmemişti. Bunun doğru olmasını dileyerek konuşmaya devam ettim.

"Sesin güzel mi?" dedim.

"Eh işte. En azından insanlar şarkı söylerken kaçmıyor." dedi ve ayağa kalktı. Gidecek miydik? Ama benim daha pastam bitmemişti. O da anlamış olacak ki;

"Hadi kalk." diyerek kolumdan çekiştirdi.

Tekrar arabaya bindiğimizde kemerimi taktım ve yerime yerleştim.

"Şimdi nereye gidiyoruz?" dediğimde sesini çıkarmadı. Hadi ama en azından biraz konuşsak olmaz mıydı? Zaten buraları bilmiyordum ve nereye gittiğimi anlamıyordum. Bana sessizlikle birlikte bir ömür gibi gelen süreden sonra geldiğimi anladım. Zaten gelirken yolda kaza olduğundan belki de üç saatte gelmiştik.

Öğlen olmuştu sanırım. Dışarıda daha fazla insan vardı. Telefonumun titreştiğini hissettiğimde elimi cebime attım. Yurdun müdürü arıyordu.

"Efendim?" diyerek telefonu açtım.

"Kızım iyi misin? Başına bir şey geldi sandık. Okula neden gitmedin?"

"İyiyim. İzmir'den bir arkadaşımla beraberim. Meraklanmayın." dediğimde sesini yumuşatarak;

"Tamam ama iki saat sonra lütfen burada ol." dedi.

"Peki. Hoşçakalın." diyerek telefonu kapattım.

Ilgar'ın bana baktığını hissettiğimde başımı ona çevirdim.

"İzmir'den?" diyerek yanıma yaklaştı.

"Sonra anlatırım dediğimde üzerinde durmadı.

Kısa ama dik bir yokuşu çıkarken kan ter içerisinde kalmıştık. Sonunda bir tepeye vardık. Aşağıya doğru baktığımda muhteşem bir manzara gözüküyordu. Sanki bütün İstanbul ayağımın altındaydı. Bir süre sessizce bekledik. Gitmem gerektiğini hatırladığımda;

"Artık gitmemiz gerekiyor." dedim. Cevap vermeden önüne döndüğünde yürümeye başladı. Bugün beni ürkütecek kadar sessiz davranıyordu. Kazadan iz kalmadığı için yurda çabuk döndük. Arabadan inerken;

"Görüşürüz." dedi. Yüzünden bir an gülümseme ifadesi geçti.

"Görüşürüz." dediğimde kapıyı kapatarak yürümeye devam ettim.

Görüşürüz demişti. Hem de ikinci kez. Nedenini bilmediğim bir şekilde gülümsedim. Belki de bilmezden geliyordum.

Yorumlarınızı bekliyoruz. Teşekkürler :)

ÖyleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin