Kadın

7 0 0
                                    

23 yıl sonra 6 Ekim 2046

Gün batmak üzereyken; siyah, zifte benzer bir yapıyla kaplı bir ormanın içinde sırtlarında büyükçe çantalar, ellerinde silahlar olan üçü yirmili yaşlarda bir tanesi ellili yaşlarda dört kişi koşuyordu. Bir kaç mil arkalarından onları kovalayan iblisler vardı. Bu koşuşturma genç birinin ayağının takılıp yere çakılmasıyla duraksadı.

T18: Aaah! sanırım ayağım kırıldı.

T4 (ihtiyar): Hadi. Onun için yapabileceğimiz hiçbirşey yok, koşmaya devam edin.

T18: Hayır! Lütfen beni burda bırakmayın.

Diğerleri koşmaya devam etti, bir kaç adım sonra bir çığlık ardından bir silah sesi duyuldu. Sonrası derin bir sessizlik. Arkalarına bir an için bakan bu üç toplayıcı koşmaya devam ettiler.

Profesör, telsizle toplayıcılara ulaşmaya çalışıyordu ancak bir netice alamıyordu. Onların başına bişey gelmiş olma endişesiyle ordan oraya volta atıp duruyordu. Bir şey görmeleri ümidiyle gözcülere bakıyor fakat olumlu bir tepki alamıyordu. İhtiyar sonunda hangarın önüne koyduğu taburelerden birine çöktü ve bir sigara yaktı, iç çekti. Profesör, büyük savaştan bu yana geçen onca zamandan beri kendisine karşı bir öfke besliyordu. Çünkü yaşanmadan bilinmesi imkansız olayların alternatiflerini düşünmeden edemiyordu. Öte yandan korkaklığının ona yaptırdıklarını da aklından çıkaramıyordu. Kendisini düşündükçe midesi kalkıyordu, iğrenç bir herif olduğunu düşünüyordu. Bu korkunç hayatın ona kaybettirdiklerini bir an bile aklından çıkaramıyordu. Uzunca beyaz sakallarını okşadı, sonra geçimişi hatırladı. Bir keresinde ufak kızı daha dört yaşındayken hafif uzayan sakallarına dokunmuş, çok yumuşak, keçi kılı olduğunu söylemişti. Birden huysuzlandı sigarasını yere attı ayağa kalktı ve parmak uçlarıyla ezdi.

Profesör: Nerde kaldı bunlar, bir haber yok mu?

Gözcüler olumsuz anlamda başlarını sallayınca hangara geçti ve sın icadı olan insan üretimi gözden geçirmeye başladı. Homurdandı sonra raflardaki şişelere baktı üzerinde "XY" yzan bir sürü şişe vardı. Ve büyün bunların yanında "XX" yazan bir şişe daha vardı. Profesör bunu kullanmaya korkuyordu çünkü yıllar önce; büyük savaşta bir iblisin kanından alınan örnekle oluşturulmuş birşeydi. Kullanılması durumunda korkunç şeylere sebebiyet vermesi ihtimal dahilindeydi.

Gözcülerden biri; "Açın kapıyı işte geliyorlar" diye bağırdı. Profesör bu sesi duyar duymaz dışarı fırladı ve onları karşıladı.

Profesör: T18 nerde?
T4: Üzgünüm profesör
Profesör: Ne duruyorsunuz. gerzekler hemen kapıyı kapatın.

O gün yas tuttular, aslında sürekli yaptıkları bir şeydi. Şayet ne yazık ki kayıp vermek onlara o kadar da yabancı bir durum değildi. Profesör o akşam hiç konuşmadı; çantaları aldı, hangara geçti. Kendi özel hazırladığı içkisini doldurdu ve sızana kadar içti. Sızana kadar içiyordu çünkü karşılayamayacakları bir saldırı sonucunda ayıkken can vermek istemiyordu. Gözleri kapanmaya doğru giderken ışıkların kapanma sesinden sonra derin bir sessizlik eşliğinde sızdı.

Profesör, sabah uyandı, üstüne bir hırka giydi, dışarı çıktı ve sigarasını yaktı. Etrafa şöyle uzunca baktı gözcüler yerlerindeydi. Bu gecede bir saldırı olmaması ne şahane diye geçirdi içinden. Yemek hazırlamak için uyanmakta olan aşçıları gördü, selam vermek için başını salladı. Yıllar önce kaçıp hayatta kalmak için kutdukları bu köyde her sabah aynı rutini yapıyordu. Gezmeye başladı, sürekli bir homurtu ve bir duman daha çekiyordu. Sonra hangara geri döndü ve insanları yıllar önce bir arada tutmak için yazdığı "kurallar" kitabını aldı ve tekrar dışarı çıktı. Meydanda bulunan acil durumlar için kullandıkları alarm sistemini çaldı ve hemen orada bulunan yüksekçe kuleye tırmanmaya başladı. Bugün özel bir gündü şayet bunca yıl sonra ilk defa böyle bir toplantı hazırlıyordu. Yani söz gelimi büyük savaştan sonra bu köyün kurulduğu andan itibaren ilk defa olan bir şeydi. Herkes uyanıp dışarı çıkıyordu. Tabi silah kuşanıp çıkanlar da vardı. Profesör boğızını temizlemek için öksürdü.

Profesör: Evlatlarım ve yandaşlarım, sizler kıyametin çocuklarısınız. Uzun zaman önce büyük savaştan bu yana hayatta kalmış tek insan grubu biziz. Dışarıda onlar hiç kimseyi sağ bırakmadılar. Bizim hayatta kalmamızı sağlayan en temel özelliğimiz; diğer insanlara göre bunu başaracağımıza inanmış olmamızdır. Ve en önemlisi bunu birlikte başarmamızdır. Ancak takdir edersiniz ki bir topluluğu disiplin ve düzen içinde yönetmek için kurallar gereklidir. Yoksa bir bütün olmak bizim için çok zor olacaktır. Simdi size lafı daha fazla dolandırmadan neden burda toplandığımızı kısaca açıklamak isterim. Biz okullarımızda bu kitabı nesilden nesile aktarmak için eğitimler veriyoruz. Ben bir gün aranızda olmayacağım. Ben gittikten sonra sizi bu kitap yönetecek.

Gürültüler çoğalır, herkes bir ağızdan birşeyler fısıldamaya başlar

Profesör: Susun! Sizi ahmaklar. Susun ve sadece burayı dinleyin. Benim icadım olan makine (Meryem) bizim sayımıza yetmiyor. Bu yüzden bir deneme yapacağım. Bugün bir kadın yaratacağım. Bu yüzden önemli olan bu konu doğrultusunda hepinizin bu "kadın" kelimesinin tam olarak ne işe yaradığını bilmenizi istiyorum. Büyük savaştan önce biz insanlar iki cinsiyet halindeydik. Kadınlar ve erkekler. Erkekler; yani bizler, kaba ve daha çok kıllı iken; kadınlar; zarif ve güzellerdi. Sonra biz onlara göre daha çok güçlü olduğumuz için bazı insanlar, bizlere göre zayıf oldukları için kadınlara bu iblislerin şuan bize davrandığı gibi davaranmaya başladılar. O acizler kadınları öldürüp şiddet uygulayıp meta olarak kullanmak istediler. Sonunda tanrı bize kadınsız bir dünyada yaşama cezasını verdi. Ancak ben bugün bu kitaba kadınlarla ilgili kurallar da ekleyeceğim. Bu kuralların dışına çıkan kim olursa olsun bu sınırların dışına, iblislerin arasına gönderilip ölüme mahküm edilecektir. kadınlara şiddet uygulamak yok, onları bir meta olarak görmek yok. Düşüncelerini saygısızca aşağılamak yok. Evet, benim asıl amacım soyumuzun sürdürebilirliği gibi görünebilir. Ancak bu soy ilerlediğinde medeniyet içerisinde kadının asıl görevinin bu olmadığını anlamanız gerekiyor. Öncelikle kadın benim icad ettiklerim gibi bir makine değildir. Onlara herhangi bir hizmet görevi atfetmek yok. Onları sadece "bu terimin ne olduğunu okullarda öğrenecekasiniz" cinsel arzularınız için kullanmak yok. Bütün bunlar ve daha fazlası kurallar kitabına eklenecektir. Aynı zamanda okulda da anlatım olacaktır. Bu yaratım aşamasında beni rahatsız etmek yok. Şimdi dağılabilirsiniz.

Profesör hanra geçtiğinde ilk iş içkisini hazırladı, gramafona bir plak yerleştirdi, arkasına yaslandı içmeye başladı. Bugün çok sarhoş olmalıydı. Aklına karısı ve kızı geldi; ne kadar da güzel ve narinlerdi. Cebinden cüzdanını çıkardı. Buruş buruş olan aile resimlerine uzunca baktı, takrar cüzdanına koydu ve yanındaki sehpaya bıraktı. Meryemin (Meryem, profesörün karısının ismiydi) içine kil gibi görünen bileşiği doldurdu, üzerinde "XX" yazan şişeyi boşalttı ve makineyi çalıştırdı. Bu işlem aylarca sürecekti ancak başarılı olmak zorundaydı. Çünkü yakıt olarak kullandığı "Ab-ı Hayat" isimli karışımın hammaddesi mazot artık bulunmuyordu. Yapması gereken tek şey beklemekti. Zaman geçecek ve mevsimler değişecekti. Profesör kurallar kitabına eklenecek maddeleri yazdı. Yazma işi bittikten sonra yerine geçen Profesör kalbinde fena bir ağrı hissetti. Çok zamanı kalmamıştı bunu hissedebiliyordu. İnsanlığa verebileceği herşeyi vermek için okul derslerine özellikle katılma kararı aldı. Çünkü çok iyi biliyordu ki nasıl başlarsa öyle devam ederdi. Kusurlu bir yaratıcı olduğunu bilse de bildiğinin en iyisini aktarmak için elinden gelenin en iyisini yapacaktı. Günler günleri, aylar ayları, mevsimler mevsimleri kovaladı. Profesör o sabah uyandığında bir bebek ağlamasıyla uyandı, hemen makineye doğru koştu, haznede bir bebek vardı; bu bir kız çocuğuydu sim siyah gözlü, beyaz tenli, çok güzel bir kız çocuğuydu bu.

Profesör: Hoşgeldin Havva

BAZEN VAZGEÇERSİN...
VAZGEÇTİM Yazmayı beceremiyorum :(

İblislerin Düğünü "HAVVA" (Tamamlanmadı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin