Bölüm 2: Ruh ve Beden

56 1 0
                                    

                                İkinci bölüm biraz geç geldi kusura bakmayın. Umarım beğenirsiniz.

Roman kişilerinin bir zamanlar gerçekten yaşamış olduklarına okuyucuyu inandırmaya çalışmak yazar açısından anlamsız bir çabadır. Ana rahminden çıkmamıştır roman kişileri; şu ya da bu sözcüğün itici gücünden ya da temel bir durumdan doğmuşlardır. Tomas 'Einmal ist keinmal' deyişinden doğmuştu. Tereza ise karın gurultusundan doğdu.

  Tomas'ın evine ilk gidişinde, karnı guruldamaya başladı Tereza'nın. Bunda şaşılacak bir yan da yoktu üstelik; sabah kahvaltısından beri, trene binmeden önce alelacele yediği sandviçten başka bir şey girmemişti midesine. Aklını tümüyle kendisini bekleyen çetin yolculuğa vermişti; yemek yemeyi unutmuştu. Oysa bedeni gözardı ettiğimizde, onun kurbanı olmamız daha da kolaylaşır. Tomas'ın önünde durmuş, midesinin çektiği söylevi dinlerken başından aşağı kaynar sular boşaldı. Ağlamak geldi içinden. Allahtan ilk on saniyeden sonra Tomas kollarını onun beline doladı da, karnından çıkan sesleri unutturdu.

Demek ki Tereza, bedenle ruh denen o uzlaşmaz ikiliği, insanoğlunun o en temel yaşantısını hoyratça gözler önüne seren bir durumdan doğmuştu.

  Çok uzun zaman önce, insanoğlu göğsündeki düzenli vuruşların sesini şaşkınlık içinde dinler, ne olduklarını aklına bile getiremezdi. Kendisini beden gibi yabancı, tanıdık olmaktan uzak bir nesneyle özdeşleştirmek gelmezdi elinden. Beden bir kafesti ve bu kafesin içinde bakan, dinleyen, korkan, düşünen ve hayretlere düşen bir şey vardı; bu bir şey, beden çıkarıldıktan sonra geriye kalan, ruh idi.

  Günümüzde, beden tanıdık olmaktan uzak bir şey değil hiç kuşkusuz; göğsümüzdeki vuruşun kalp olduğunu, burnun akciğerlere oksijen götürmek üzere bedenden dışarı fırlayan bir hortum ağzı olduğunu biliyoruz. Yüz, bedenin tüm işleyişlerini kaydeden bir alet tablosundan başka bir şey değil; sindirim, görme, duyma, terleme, düşünme.

  İnsanoğlu bedenin her bir parçasına bir ad vermeyi öğrendi öğreneli, beden giderek daha az dert oldu başına. Ruhun eylem halindeki gri beyin hücrelerinden başka bir şey olmadığını da öğrendi. Eskinin ruh ve beden ikiliği bilimsel terimlere büründürüldü, şimdi artık buna yalnızca modası geçmiş bir önyargı diyerek gülüp geçiyoruz.

  Ama aşık insana midesinin gurultusunu dinletecek oldunuz mu bir kere, ruhla bedenin birliği, bilim çağının o lirik yanılsaması hemen o an siliniverir. Tereza kendisini bedeni aracılığıyla görmeye çalışırdı. Genç kızlığından beri sık sık aynanın karşısına geçmesi bu yüzdendi.

Üstelik annesi onu ayna karşısında yakalar diye korktuğundan, aynaya attığı her kaçamak bakışta gizli bir günah rengi de vardı.

  Kendini beğenmesi değildi onu aynaya çeken şey; kendi 'ben'ini görmekten duyduğu şaşkınlıktı. Bedendeki işleyişleri kaydeden alet tablosuna baktığını unuturdu; yüzünün çizgilerinden ruhunun sızıp çıktığını gördüğünü sanırdı. Burnun akciğerlere oksijen götüren bir hortum ağzından başka bir şey olmadığını unuturdu; kendi doğasının gerçek bir dışavurumu olarak görürdü onu.

  Uzun uzun kendisini seyrettiğinde, bazen yüzünde annesinin çizgilerini görüp keyfinin kaçtığı olurdu. Bunun üzerine aynadaki izdüşümüne gözlerini daha da inatla dikip bakardı; annesinin çizgilerini kovacak, yalnızca kendisine ait olanları alıkoyabilecekti sanki böylece. Bunu başardığı zamanlar hep bir esrime içinde olurdu; ruhu, bir geminin karnından çıkıp saldırıya geçen tayfalar gibi bedeninin yüzeyine çıkar, güverteye dört bir koldan yayılır, göğe karşı el sallar, sevinç, mutluluk türküleri söylerdi.

Var Olmak!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin