2 hafta sonra..
Dakikalar, saatler, günler geçiyordu. İlk günler beş dakikada bir telefonumu kontrol ediyor, acaba aramış mı ya da mesaj atmış mı diye bakıyordum. Zaman geçtikçe bu zaman aralığını seyrelttim. Hatta bazı anlar onu düşünmeden bile durabilmeye başlamıştım. İlk günler çok zordu kalbim yerini yadırgıyor gibiydi. Sanki yerinde durmak istemiyor akıp boşlukta yok olmak istiyordu ve bu canımı çok acıtıyordu. Kalbim ona "git ve bir daha gelme" dediğimden beri bana küsmüş gibi hissediyordum ama beynim "aferin kızıma" diye bağırıyordu sanki.
Bu süreçte ona hislerim olduğunu kabullenmiştim. Bu bana iyi de gelmişti çünkü artık neden canımın böyle yandığının biliyordum ve şu an bu "aşk acısıyla" başa çıkmaya çalışıyordum. Dünya üzerinde en aşık olmamam gereken kişiye aşık olduğum için kendime yeterince üzülmüştüm ama sonra bunun Tanrı'nın beni cezalandırış şekli olduğunu düşünmeden de edemedim. Sanki Tanrı "sevgilisi olan bir adamla yatarsan sonuçlarına katlanırsın" der gibiydi.
Yoksa bana karşı bu kadar soğuk ve kaba bir adama aşık olmamın başka açıklaması olmazdı. Bu soğukluğunun yanı sıra bazen bana bir bakışını yakalıyordum ya da bir gülümsemesini... O anlarda midemdeki kelebekleri tek tek yakalayıp yok etseydim belki de bu şeyleri yaşamayacaktım. Yine de baktığımda o mutluluklarım hayatımdaki hiçbir şeyle değişemeyeceğim kadar değerliydi.İlk günler beni asla yalnız bırakmayan Anıl'ın hakkını yiyemezdim. O olmasa bu kadar hızlı toparlanamayabilirdim. Onun arkasından sadece üzülürken beni biraz olsun kendime getirmişti.
"Git demenden sonra bir kere bile arkasına bakmayan bir adam için şu döktüğün göz yaşına değer mi hı? Ona karşı illa bir duygu hissetmek istiyorsan ona kızgın, sinirli ol. Seni üzmesine izin verme. Bak sen benim tanıdığım en güçlü insanlardan birisin. Bunu da laf olsun diye söylemiyorum yemin ederim öylesin. Bu acının seni yenmesine sakın izin verme."Bana bir sürü şey söylemişti ama sadece bu dediklerini aklımdan çıkmamıştı. Üzüntüm yerine biraz bile olsa kızgınlığa bırakınca işler daha kolaylamıştı yine de tam anlamıyla başardığımı söylemek zordu.
Bugün öğleden sonra Anıl'la dışarda buluşacaktık. Günlerdir evde olduğum için beni dışarı çıkarmaya kararlıydı ona göre bu depresif hallerimi bir köşeye bırakıp dünya umrunda olmayan Aleyna geri dönmeliydi. Haksız da değildi. Ben de eski Aleyna yakışır bir hazırlanma sürecine girdim. Duştan çıkıp bakımlarını yaptım. Yırtmaçlı kot şortumu giyip üstüne beyaz önden bağlamalı cropumu giydim. Hafif buğulu göz makyajından sonra açık kırmızı rujumu sürdüm en son da siyah uzun bağcıklı hafif toplumlu ayakkabılarımı giydim. Birkaç küçük rötuştan sonra evden çıktım.
Buluşacağımız kafeye geldiğimde Anıl'ın henüz gelmediğini fark ettim boş bir masaya geçip beklemeye başladım. On dakika sonra Anıl yanında bir çocukla mekana girdi. İstemsiz bir şekilde çocuğu süzdüm. Uzun boylu, beyaz tenli ve sarıya kaçan kumral saçlarını vardı. Daha da yaklaştıklarında yeşil gözlü, sağ kulak kemiğinde bir piercing olduğunu ve en önemlisi oldukça yakışıklı olduğunu gördüm. Masaya gelmişlerdi sonunda.
"Aley'im kusura bakma geç kaldık biraz malum trafik.""Sorun değil benim de geleli çok olmadı."
Meraklı gözlerimi görmüş olacak ki Anıl hemen lafa girdi."Bu arada ben sizi tanıştırayım. Aleyna bu Ozan, Ozancım bu da o hep bahsettiğim Aleyna."
Adının Ozan olduğunu öğrendiğim bu yakışıklı çocuk elini bana uzattı."Çok memnun oldum Aleyna. Kusura bakma ben böyle emrivaki yapmış oldum, Anıl ısrar edince..."
"Ben de memnun oldum. Olur mu öyle şey hoşgeldin."
Gayet ılımlı sesimle kurduğum cümleden sonra bana içten bir şekilde gülümsemişti.
"Ozan benim spor salonundan arkadaşım. Bayadır yakınız aslında ama seninle bir türlü tanıştıramamıştım. Bugün de denk gelince birlikte gelelim hem siz tanışmış olun dedim."