Uyanmanın, veya uyandırılmanın demeliyim, pek çok farklı yolu vardır. Mesela güzel kız arkadaşın mutfak önlüğü ve üstüne sinmiş kızarmış ekmek kokusuyla odaya süzülüp dudaklarından öperek seni uyandırabilir, gün ışığı tatlı tatlı yüzünü gıdıklayabilir, en kötü ihtimalle eskiden sevdiğin ama artık mideni bulandıran bir şarkı da seni uyandırabilir değil mi?
En azından bunlardan birini hak ettiğini düşünürsün. Normal evlerde eminim böyledir. Ama bizim evde durum böyle değil. Biz raporlu bir sadistle yaşıyoruz ve en zevk aldığı şeylerden ikincisi kafamdan aşağıya, tercihen buzlukta bekletilmiş, bir bardak suyu dökmek.
-İlkini soracak olursanız elbette beni odama bağlayıp ders çalışmamı sağlamak.-
Şu ana geri dönecek olursak: "Anne sen ne yapıyorsun ya?! Ice Bucket Challange'ın modası geçeli çok oldu!" diye hönkürdüm. Annem zevkten dört köşe bir yüz ifadesiyle beni süzdü ve "Çabuk kalk yataktan, misafirlerimiz gelecek, üstünü giyin." dedi. Önce bir mantıklı geldi beni uyandırması falan. Sonuçta annem bir Türk kadını yani birinci vazifesi misafrlere hizmet etmek. Sonra jetonum tok bir sesle diğerlerinin yanına düştü ve donakaldım: Annem bana haber vermez ki böyle şeyleri. Genelde misafir geleceğini odama dalıp bana ait olmayan bavullar gördüğümde öğrenirim. "Başbakan mı cumhurbaşkanı mı?" dedim kalkacağımdan çok emin olduğu için arkasını dönüp merdivenlerin başına kadar ilerlemekte bir beis görmemiş anneme. Hafifçe bana döndü ve feci şekilde Minerva McGonagall'ı anımsatan dik bir duruş ve memnuniyetsiz bir ifadeyle: "İkisi de değil. Nebahat hanımlar."
Kim bu Nebahat hanım Allah aşkına?
"Odamı ona vermem!" diye bağırdım arkasından. "Yüzünü yıka!" diye cevap verdi. Harika. Gördüğünüz gibi bayağı ciddiye alınıyorum evde.
Odamdaki kendime ait ufak tuvaletime girdim ve dişlerimi fırçalarken garip suratlar yapmaya başladım. Bunu neden yapıyorum bilmiyorum ama kendimi bildim bileli yaparım. Çok sıkıldığımdandır belki. Veya garip bir insan olduğum için de olabilir. Bilemiyorum. Neyse.
Üstüme bir tişört geçirip merdivenleri koşarak indim ve kapının yanındaki sarışın bombayla göz göze geldim.
Kız. Cidden. Çok güzeldi.
Hayatımda ilk defa dişi bir homo sapient görmüş gibi baktığımı biliyordum ama elimde değildi. Çok utangaç bakıyordu bir kere. Benim çevremdekiler gibi değil. Alışıldık değildi yani. Ve ben de her normal insan gibi bana farklı gelen şeyi 'incelemeye' koyuldum.
Onu dün gece bankta oturan kızla karşılaştırdığımı fark ettim bir an. Mesela onun gözlerinde parıldayan zeki, annemin ifadesiyle 'cin' ifade bunda yoktu. Boş bakıyor gibiydi. Onun depresif edasının yanında bu mutluluk saçıyordu.. O sigara içiyordu, buysa kesin yeşilay üyesiydi. O sonsuzluk ve gizlilik vaadeden geceyse bu yalınlık ve saflık temsil eden akşam üstüydü. O bir yudum şampanyaysa bu bir bardak ayr...
Ben ne diyorum ya? İkisini de tanımıyorum ve ne yorumlar yapıyorum... Sanırım bunların hepsi yalnızlıktan. Kıvırcık'la daha fazla ilgilenmem gerekecek galiba.
Annem kızın arkasına geçip yeni çıkmış bir ürünü en yağlı müşterisine iyi bir fiyattan satmaya çalışan uyanık bir mağaza görevlisi gibi omuzlarından tutup bana gösterdi. Ardından kızın sırtına usulca vurup omuzlarını serbest bıraktı ve ileri çıkıp: "Nebahat teyzenlere merhaba demeyecek misin oğlum?"
Nebahat mı?... bir dakika ya... "Sedef bu mu?! Hani şu nişanlanan?" Yaprak Dökümü'ndeki Ali Rıza bey gibi elimi kalbime koyup merdiven trabzanına tutunacaktım ki kızın yanındaki mor saçlı, bana "ne biçim çocuk?" der gibi yadırgayan ve hoşnutsuzluk fışkıran gözlerle bakan kadın odaya girdiğimden beri ilk defa bir şeyler söylemeye karar verdi ve ne yazık ki bakışlarını yanlış okumamıştım, kadın cidden benden hoşlanmamıştı: "Oğlum sen aptal mısın? 16 yaşındaki kız nişanlandırılır mı hiç? Eylül bu. Kardeşi Sedef'in." Nereden bileyim ben kızın 16 yaşında olduğunu? Hem kız büyük gösteriyor. Biz de nüfus memuru değiliz ya teyzeciğim?
Bu ufak sinir anını atlattıktan sonra mükemmel gerçeklikle göz göze geldim.
Pardon, Eylül'müş o.
Derin bir nefes aldım. "Merhaba Eylül," dedim. "Ben Buğra."
Kız tam tahmin ettiğim gibiydi, utana sıkıla "Merhaba." dedi. Annem boğazını temizledi ve bilmiş bilmiş bana baktı, sonra asli görevini; beni rezil etmeye devam etme kararını hatırladı: "Buğra! Oğlum, ilk defa kız görmüyorsun ya oğlum! Ay bizim oğlan bi' çapkın bi' çapkın! Her hafta başka kız geliyır kapıya 'teyzeciğim n'olur konuştur beni Buğra'yla, aşığım ona!' diye bağıran! Ama bizimki? Hiiiç. Hadi al bakalım bavulları taşı misafir odasına. Ne diyo'dum Nebahat'ciğim, hah bizim oğlan işte bu sene de üniversiteyi kazandı...." Vay be, kadın üç dakikada Minerva McGonagall'dan eski mahalledeki Fatma teyzeye dönüştü!
Bir dakika, bi' anda beynimde şimşekler çaktı: bizim evde misafir odası mı var? Ben neden bilmiyorum? Neden hep benim odamda kalıyor o zaman her gelen? Üvey miyim lan ben?
Annemden cevap gelmeyince bavullara bakarak bu soruları içimden sorduğumu fark ettim kendime lanet ederek salona döndüm ve anneme "Hangi oda dedin anne?" diye sordum baştan. "Ay misafir odası işte Buğra! Delirtme beni, senin odanın sağ yanındaki oda."
Gizemli oda misafr odası mıymış? Yıllardır her yaz bu eve geliyoruz ama bir kere bile açıldığını görmedim o odanın ben. Vay be, ne mübarek insanmış bu Nebahat hanım.
Düşünme faslını daha da uzatarak rezil olmak istemediğim için hemen bavullara doğru bir hamle yaptım ve tek hamlede hepsini kaldırdım demek isterdim ama ne yazık ki bunu yapamadım. Bir kaç tanesini alıp odamın yanındaki 'misafir odasının' önüne istifledim, diğerlerini de ben yukarı çıkarken beni takip eden Eylül'e zorlandığımı belli etmeme çabasıyla bin bir takla atarak yol arkadaşlarının yanına koydum.
Şaka yollu bir havayla çiçek desenli elbisesi içinde ufalarak yok olmaya çalışıyormuş gibi duran Eylül'e "Bize taşınıyorsunuz galiba? Hayırlı olsun." dedim ve içimden şaka yaptığımı anlaması, burada olmasından rahatsızlık duyamayacağımı görmesi için dua ettim ama ne yazık ki Tanrı yine beni duymadı. Beyaz yanakları korkutacak derecede kızardı ve utançla yere eğildi "Yok, yani ben bilmiyorum ama sanmam yani niye size taşınalım ki?" dedi. Bu kız salak mı biraz?
Hafifçe geri çekilerek "Yok canım, şaka yapıyorum, sorun değil. İstediğiniz kadar kalabilirsiniz. Bak, benim odam da hemen yan tarafta, bir ihtiyacın olursa söyleyebilirsin." tam gidiyordum ki cılız bir sesle "Buğra?.." dedi. "Efendim?" ve hiç düşünmediğim, belki de o anın en önemli sorusunu sordu: "Kapı kilitli?.."
"Çok haklısın! Dur, bekle hemen geliyorum." Ağır ağır merdivenlerden indim ve salonda dedikodu kazanının altını çoktan yakmış annem ve Nebahat hanımı buldum. Çok konuşmaya gerek olmadığını düşünerek "Anne. Anahtar." dedim. Ve annem günün en büyük ikinci deha örneğini sergiledi "Nermin'e sor."
Arkamı dönüp mutfağa gittim ve Nermin ablayı lavaboyu ovarken buldum. Bu kadın biraz saplantılı sanırım, ne zaman gelsem lavaboyu ovuyor. Ondan anahtari bulmasını rica edip yeniden yorganımın altına girdim. Bu sefer aynı şekilde uyandırılmamaktan başka bir dileğim yoktu. Belki o kızla karşılaşmayı da dileyebilirdim... belki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Kuş
General Fiction....yattığı yerde doğruldu ve yanındaki kıza döndü, "sence ben bu hikayede bir karakter miyim yoksa tipleme mi?" dedi meraklı bir ifadeyle. Kız, bunun her zamanki muzip sorularından biri olmadığını fark etmişti. Keşke onlardan biri olsaydı, diye ge...