// bölümü baştan yüklemek durumunda kaldım, bazılarında görünmüyormuş. yeni bölüm zannedip üzülen varsa özür dilerim.
ayrıca yeni bölüm ne zaman gelir en ufak bir fikrim bile yok ama en kisa zamanda atmaya çalışırım. İyi okumalar. *-*Eve girdiğimizde kendimi hemen duşa attım. Kıyafetlerimi yatağın üzerine fırlamıştım ve Nermin abla daha odama girmeden küfürleri kulağımı çınlatıyordu. Bir yandan hazırlanırken bir yandan da akşam anneme görünmeden nasıl kaçabileceğimi planlıyordum. Daha doğrusu uğraşıyordum çünkü planlarım hiç bir zaman işlemez ama bu plan yapmama engel değil çünkü (a) ya bir gün tutarsa? (b) hazırlıksız denemekten iyidir (c) plan yapmak kafa dağıtmak için ideal bir çözüm.
Üstüme dar, yarım kol lacivert bir tişört ve siyah pantolon giydim. Bu sıcakta niye bu kadar kapalı ve koyu giyindim inanın ben de bilmiyorum ama bunun Özgür ile bir ilgisi olduğunu varsayıyordum. Ondan o kadar da farklı olmamak için. Tabi Tutku'yla buluşmaya giderken Özgür'e göre hazırlanmam ayrı bir özgüven, ayrı bir trajedi...
Odamdan çıkmadan önce parfümlerimin durduğu komodinin kenarından sarkan deri bilekliği alıp bileğime geçirdim ve hızlı adımlarla merdivenden aşağı indim. Annemler sabah bıraktığım gibiydi. Tek fark önlerindeki sehpaları dolduran tabaklardı. Sadece kırıntılar vardı tabaklarda.
Annemin karşısındaki koltuğa otururken hepsi beni göz hapsine almışlardı. Eylül hariç. O katladığı eski bir kitabı okuyordu. Adını göremiyordum ama kitabın Türkçe olmadığını tahmin etmiştim kelimelerin diziliminden. Eylül'ün yanında duran kocaman Almanca-Turkce sözlük de bu tespitimi doğrulamama yardımcı olmuştu tabii.
Koltuğa yerleşince odadakilerin yüzlerine baktım tek tek ve o sırada tanımadığım biriyle göz göze geldim; Sedef! O olduğunu nereden mi anladım? Annesinin gençliği gibiydi çünkü. Aynı yuvarlak yüz, aynı boş bakışlar, aynı el yapısı...
Anneme bizi tanıştırması için umutsuz bir bakış attım ve mesajı alır almaz "Bak Buğra, Sedef bu. Eylül'ün ablası." minnetle gülümseyip "hoşgeldin." dedim. Sonra anneme işaret ederek salonun dışına çağırdım ve ayağa kalktım. Annemin de geldiğini duyduğum için arkama bakmama gerek kalmamıştı. Çünkü annem ayağa kalkarken biraz fazla ses çıkarır. Her neyse.
Yanıma gelir gelmez konuşmaya başladı: "Ne var Buğra bak içeride insanlar var ayıp oluyor hem sen niye beni dışarı çağırıyorsun ki anlamıyorum ben hem....."
Ortalama bir Türk annesi saniyede bin kelime kullanabilir. Cümlesini bitirmesini bekledim, bitmeyeceğini anlayınca araya girip "bu akşam çıkabilir miyim?" dedim. Galiba bu aşırı saflık olayı bulaşıcı çünkü bir açıklama bekliyor gibi bakıyordu "arkadaşlarımla yani. Çok geç kalmam. Hadi anne, lütfen." dedim. Annemin bakışlarında haince bir şeyler parıldamaya başladı. O an sorduğuma pişman oldum ama artık çok geçti. "Tabii oğlum, tabii çıkabilirsin." Bu tedirginliğimi iyice arttırdı. Ya kıyamet kopacaktı ya da bu cümlenin hiç hoşlanmayacağım bir devamı gelmek üzereydi. Ve geldi: "Ama Eylül de seninle gelecek." Cümleyi duyar duymaz annemin zamanında Nazilerle çalıştığına ilişkin en ufak bir şüphem bile kalmadı... Ama annemi çok iyi tanıyorum, bu yüzden itirazlarımın bir etkisi olmayacağını da çok iyi biliyorum... Teslimiyetle başımı salladım. Annem salona yönelince ben de peşinden bir şovmen edasıyla girip "Eylül hazırlan dışarı çıkıyoruz!"Neşeli görünme dalında Oscar bu sene kesin bende, bayanlar, heveslenmeyin boşuna.
Eylül okuduğu kitaptan başını kaldırıp altın rengi çerçeveli entellektüel görünümlü gözlüklerini tek eliyle çıkardı ve nefesini sıkkın bir ifadeyle dışarı üfleyip "Olur." dedi. Üşengeç hareketlerle kitabını kapattı ve merdivenleri çıkmaya başladı. Ben de televizyonda açık olan belgeseli seyretmeye başladım. Bir tablonun çözümlemesiydi. Aslında oldukça ilgi çekiciydi ama annemin ne izlediklerini bilmediğine dair her türlü iddiaya girebilirim...
Belgeseli sunan melodik, bir o kadar da sinir bozucu sesin sahibi olan kadın tam tablonun yapıldığı dönemin sosyal özelliklerinden bahsediyordu ki annemlerin neşeli kahkahalarının sustuğunu fark ettim..
O ana kadar odada çıt çıkmadığını fark etmemiş olmam da ayrı bir şey tabi..
Annemler dehşetle açılmış gözlerle beni seyrediyorlarmış meğer bu süreç boyunca.
Yazıklar olsun, hiç mi sanata meraklı erkek görmediniz?!
Kınayan bakışlarla onları süzdükten sonra televizyona geri döndüm ve kapı tarafından gelen bir boğaz temizleme sesi duyan dek izlemeyi sürdürdüm. Eylül geldiğinde ise önce bir baştan aşağı onu süzdüm. Mini, Etekleri hafif kabarık ve yaz renklerinde bir elbise giymişti. Kısacık bir elbise.
Filmlerdeki gibi donakalmadım, hayır. O kadar kolay etkilenen biri değilim ama onu korumak için bu gece neleri kaçıracağımı hesaplamaya başladım. Çünkü ben kolay etkilenmem, erkeklerin geri kalanının etkilenmesi için sadece nefes alan bir dişi ile göz göze gelmeleri gerektiğini biliyorum.
Neyse ki ben en ergen dönemlerimde bile böyle olmadım. Sanırım etrafımdaki bir sürü insan bu nedenle gay olduğumu düşünüyordu bir ara. Her neyse. Geçti bitti sonuçta.
Eylül sabırsızlanmaya başlayınca ayağa kalkıp ona daha fazla bakmadan ve bana dikilmiş gözlerin sahiplerine açıklama yapmadan arabama yöneldim. O sırada arkamda bir hareketlilik sezdim. Eylül küçük çantasına bir şeyler sıkıştırmaya çalışıyordu. Kaşlarımı çattım ama arabaya kadar bir şey demedim, nasıl olsa açıklama yapardı. Ki kontağı çevirdiğim anda yanılmadığımı anladım. "Beni deniz kenarında bir yere bir yere bırakır mısın?" dedi çekinerek. "Tercihen insanlardan uzak bir yer. Sonra dönüşte alırsın beni." Bir an anlam veremedim. Kuşkulu gözlerle bir ona bir yola bakıyordum ki açıklama yapma gereği duydu: "Bugün plajda tanıştırdığın kızla buluşmayacak mısın? Kulağa üç kişi için fazla sıcak bir ortam olur gibi geliyor. Ben bulaşmayayım ve kitabımı bitireyim, benim için de daha iyi olur." Kızın düşünceliliği karşısında bir an nutkum tutuldu ve sadece "Teşekkürler." diyebildim minnetle gülümseyerek. Ardından onu harika bir manzarası olan bir tepeye çıkardım, bir çeşit parktı sanırım. Denize karşı bir banka oturana kadar eşlik ettim ve annemin arabada unuttuğu bir şalı yanına verdim. Bir sorun olursa beni araması için de sıkı sıkı tembihledim. Onaylayınca arabama döndüm ve Tutku'ya mesaj attım: "Nerede buluşuyoruz?" ve çok geçmeden Türkçe'yi katledip kellesini ibret-i âlem olsun diye bir sopanın ucunda sergileyen cinsten bir mesaj geldi: "Brn djsjkdjwjsjwjdj Merdnadaki jdjdjekdjekdjdk nardayim djjkdoek" Merdandaki nar...
Türkçe çevirisinin meydandaki bar olduğunu düşünerek bölgedeki en büyük bara doğru yol almaya başladım.
Ben ilerledikçe limon ağaçlarıyla bezeli yollar yavaş yavaş ışık ve hayat buluyordu. İnsanların enerjisi damarda durmaksızın akan ve değdiği yere hayat veren kan gibi hızlı ve sıcak bir şekilde sokaklarda akıyor, neşeleri neon ışıklar gibi geceyi gün ediyordu.
Kendimi daha genç hissetmeye başlamıştım ve buraya geldiğimden beri orta yaşlı kadınlar gibi davrandığımı/hissettiğimi fark ettim.
Uygun bir yer buluna kadar etrafta biraz gezmek durumunda kaldım, bulduktan sonra da Tutku'nun dediği (dediğini düşündüğüm) bara doğru yürümeye başladım.
Ne yazık ki onu bulmam zor olmadı çünkü kapının az uzağında, bir ara sokağın girişine kusmakla meşguldü ve etrafında ona kurtların boş sofrasının etrafında otlayan sürüsünü kaybetmiş masum bir kuzuymuşçasına bakan bir sürü erkek vardı. Daha da kötüsü bunun farkında olamayacak kadar kendinden geçmişti.
Hemen yanına eğilip saçlarını tuttum ve biraz açılmasını bekledim.
Hafif toparlandığını düşününce kalkmasına yardım ettim ama bayağı yanılmıştım. Yani bayağı. Öyle böyle değil.
Kız ayağa kalkar kalkmaz kendisini kollarıma bıraktı ve "Kanatlarım var benim, Buğra! Uçabiliyorum, ama şiiişt! Bu bir sır! Öğrenirlerse kanatlarımı keserler!"
Bir yandan onu oradan alıp ayılabileceği bir yere çekmeye çalışıyor bir yandan da onaylıyordum "Evet, görüyorum, kanatların var böyle beyaz beyaz!.." anlamadığım bir şeyler sayılamaya başlayınca çok önemli iki konuyu sorgulamaya başladım (1) neden yeni tanıştığım birine yardım ediyorum? (2) saat daha yeni on bir olmuşken bu kadar uçmayı nasıl ve neden başarmıştı?
Bunlara cevap veremeyince bari onu dinleyeyim biraz gulerim dedim ve yanılmamıştım: arabada sızmadan önce söylediği son şey "Uçan bir zeytin tanesi kadar özgür ve hafifim ben...!" oldu ve bunu bir motto gibi defalarca tekrarladı...
Etrafımda bir tane normal adam yok ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Kuş
General Fiction....yattığı yerde doğruldu ve yanındaki kıza döndü, "sence ben bu hikayede bir karakter miyim yoksa tipleme mi?" dedi meraklı bir ifadeyle. Kız, bunun her zamanki muzip sorularından biri olmadığını fark etmişti. Keşke onlardan biri olsaydı, diye ge...