Mavi Kuş-4

150 7 13
                                    

Berk'in gelecek olması beni derinden sarsmıştı.
Nedenini soracak olursanız, ortalama bir Berk, her ne kadar en yakın arkadaşım da olsa XX gonozomal dizilime sahip her canlıya itinayla yürüyebilir ve bu sırada hiç bir ahlak kuralını düşünmez, düşünemez. Sık sık sularsanız bunu her gün tekrarlayabilir.
Etrafımda zaten yeterince kız yokken bir de onun gelip bu İstatistiği iyice alt üst etmesi isteyebileceğim son şeydi.
Ama öte yandan annem onu çok sever, ki bunun nedenini hala anlamış değilim, bu yüzden tenimle bütünleşmiş durumdaki özgürlük halkamın genişlemesine katkıda bulunabilir. Ufak da olsa böyle bir ihtimalin varlığı içime biraz su serpti.
İçimdeki Pollyanna şu an zafer dansı yapıyor olmalı. Aferim Polly, sen kazandın!

Son 3 dakikadır mal mal telefonumun kocaman ekranına baktığımı otomatik olarak tuşların kilitlemesiyle fark ettim ve hemen toparlanıp kilidi açtım, diğer mesajları okumaya başladım. Berk'e sonradan da cevap verebilirim. Vermeyebilirim de. Umursamaz zaten.

Kıvırcık'ın -kızın adının ne olduğundan emin değilim, Ece ya da Elif gibi bir şey olması lazım- attığı binlerce mesajı okumaya üşenip açık yüreklilike bunu ona yazdım: "Ya internetim bitmişti de, kusura bakma. Ne yazdın dün, okumaya üşendim :D" ve kız üç dakika içinde öncekinden daha uzun bir mesajlar silsilesi yollamaya başladı. Elbette bunları da okumadım. Yani attığı mesajları okumakla ilgili bir problemim olmasa özet istemezdim, değil mi?

Bildirim panelinde Tutku'nun adı geçince hemen onun mesajını açtım; "kaydettim yakışıklı ;)" yazmış...

Niye herkes göz kırpıyor bugün?..
"Bu akşam boş musun?" yazdım samimi konuşmasından cesaret alarak. Mesajı daha yollamamıştım ki hemen arkamdan "Olabilir, bakarız." dediğini duydum. Şezlonga oturdu ve kulaklığını çıkarmış anlamaz bakışlarla bizi süzen Eylül'e elini uzattı. "Merhaba," dedi 5 yaşındaki bir kız çocuğuyla tanışır gibi. "Ben Tutku."
"Belli." derken Eylül'ün küçümseyici ve yargılayıcı bakışları dikkatimden kaçmamıştı. "Ben de Eylül." ve ben tüm ciddi kalma çabalarıma rağmen bildiğiniz hunharca güldüm. Kız, 'belli derler' derken ciddiymiş. Vay be...Tutku ve Eylül'ün boş bakışlarla beni süzdüğünü gördüğümde bir tuşa basılmış gibi gülmeyi bıraktım.

Çok güzel. İki kızla şansım vardı ve ben içimdeki 'hunharca gülen adam'ı çıkarıp tüm olası ilişkilerimi mahvettim. Brava bana. Şimdi Kıvırcık'la konuşmak zorundayım.
Bir anda ciddileşip "Alev eski bir arkadaşım." dedim Eylül'e. "Tutku." diye düzeltti beni Tutku. "Ihim, pardon. Eylül de annemin arkadaşının kızı. Şey arkadaşının, gün arkadaşı?" Eylül onaylarcasına başını salladı "ve babalarımız ortak." Bir dakika, ne?
"Babalarımız mı ortak?" Tutku hafifçe güldü ve ayağa kalktı. Sol omuzumda uzun tırnaklı işaret parmağını gezdirdi ve "Sonra görüşürüz o zaman Buğra. Seninle tanıştığımıza da memnun oldum." dedi ve gitti. Ben de güneş gözlüğümü takıp şezlonga uzandım ve tahmin edin ne oldu? Doğru bildiniz, uyuyakaldım!
Neyse ki bu sefer kendiliğimden uyanabildim ve küçük bir tüpün içinden pembe bir sıvıyı dudaklarına yayan Eylül'ü gördüm. Parlatıcısının kokusu bana kadar geliyordu ve çok... alışılmadıktı. "Günaydın," dedim ve biraz duraksadıktan sonra merakla "parlatıcın ne aromalı?" diye sordum. Hiç düşünmeden cevap verdi: "Orangutanlı!"
Bir an algılayamadım. Tamam farklı bir kokuydu ama o kadar da değil. Sonra gülmeye başladı. Olay o kadar komikti ki ben de kendime engel olamadım. Sakinleşince durdu ve "Greyfurtlu ya, yanlışlıkla orangutan dedim." dedi. Kız orangutanla greyfurtu karıştırıyor...
Bu konuyu 'hafıza sarayımdaki 'hatırladıkça gülünecekler rafına kaldırdım ve plajdaki insanlara bir daha rezil olmamak için kumların üzerinde dolaşan bir karıncaya odaklandım. İyrenç.
Evet, öyle bir rafım var. Her neyse.
Gözlüğümü tekrar gözlerime indirip yerime yerleştikten bir kaç dakika sonra bir erkek sesi işittim ve benimle konuşmadığını anlamam bir kaç saniyemi aldı.
Bir erkek, yanımdaki kıza, Eylül'e yürüyordu! Önce dinlememek, özel hayatına saygı göstermek istedim. Bir yandan da başka bir erkeğin yanındaki kıza sulanmak ne kadar etik diye düşünüyordum. Aslında olaya müdahil olup ağzının payını verebilirdim ama Eylül'ün benden herhangi bir şey beklemesini istemiyordum.

Bu sebeple güneş gözlüğünün gizleyiciliği altına sığınarak uyuyor taklidi yaptım ve bu sırada konuşulanları dinlememeye çalıştım. Gerçekten denedim.

Sonra Eylül'ün huzurlu ses tonu bir anda değişti ve ben dinlemeye mecbur hissettim. Kız, hayatı riskteymiş gibi temkinli bir sesle konuşmaya başlamış ve ince bedenini germişti. Bunun sebebi şu konuşmaydı: "Telefonunu versene." dedi çocuk, buram buram yavşaklık kokan bir sesle. Eylül korkan gözlerle bana baktı. Tercihinde etkili olmamak için bir süredir devam ettirdiğim uyuyor numarasını sürdürdüm. Güneş gözlükleri böyle günler için üretildi sonuçta, değil mi?

"Niye vereyim ya telefonumu sana? Seni tanımıyorum ki?!" dedi Eylül. "Tanışırız işte, ne güzel." dedi çocuk yine yarım bir gülüşle. Eylül anlamsız bir şekilde korkmuş görünüyordu.
Sıkı sıkı telefonunu göğsüne bastırıp "Hayır ya, vermem telefonumu! Çalmayacağın ne malum?" Çocuk "Oha manyağa bak ya.." deyip gittiğinde uyuyor taklidini unutup bir kez daha hönkürmeye başladım. Hayır yani o sırada çıkardığım ses gülmekle bir tutulamaz. İmkansız.
Eylül sinirle karışık -hangi duygu olduğundan emin değilim tam- bir ifadeyle bana baktı "Ne? Adam gelmiş telefonumu istiyor sense hiç bir şey demiyorsun! Ama sorsalar erkeksin, değil mi?! " deyince iyice gülmeye başladım. Bu kız gerçekten çok komikti... Erkekliğimi sorgulaması dokunmuştu tabii ama çok da dert etmedim. Sonuçta çok makul bir sebebim var.
Açıklama yapmam gerektiğini hissedince "Numaranı istiyordu aslında o...." dedim ciddi bir ifadeyle. Nasıl ciddileşebildiğimi sormayın, inanın ben de bilemiyorum. Tek bildiğim hatırladıkça gülünecekler rafımda Eylül'le dolu bir sürü dosya olacağına emin olduğumdu.
"Numaramı istese numaranı verir misin derdi, bu bildiğin telefonunu verir misin dedi." dedi şüpheyle. Teslim olur gibi ellerimi kaldırdım "Peki." dedim. Saatin geç olduğunu fark edince "Hadi eve dönelim." diye ekledim ve eşyaları toparlamaya başladık.
Arabanın önüne geldiğimizde sol tarafta, bize çok da uzak olmayan bir insan topluluğu dikkatimi çekti. Belki algıda seçicilik belki başka bir şey bilemiyorum ama hepsi simsiyah giyinmişlerdi. Sanki insanların onlara yakıştırdığı etiketin, karanlığın hakkını vermek istiyorlardı. Yazın bu saatte, Bodrum'da siyah giyinmek bayağı cesaret isterdi. Bir kaçının saçları fantastik renklere boyanmıştı. Tenleri ilginç dövmelerle, piercinglerle renklendirilmişti. Oldukça ilginç bir tabloydu karşımızdaki. Ayrıca güneş batmamasına rağmen ellerinde bira şişeleri tutuyorlardı.

Gri, bol makjaylı ve çarpıcı derecede yoğun bakan gözleri bulduğumda kısa bir an çok mutlu hissettim. Çok ilginç bir andı. Derin bakışlarında kaybolmuş gibiydim. Boşluğa düşer gibi. Kız gözlerini ayırmadan üzerime dikti. Bir arkadaşı ona seslenene dek bakmayı sürdürdü. "Ne o Özgür? Beğendin mi?" sonra gülüşler. Özgür bana göz kırpıp önüne döndü ve karşısındaki mavi saçlı bir çocukla konuşmaya başladı. Bu sırada gözüm ayak bileğindeki dövmeye takıldı: bir kafes içinde mavi bir kuş. Ama o an bu çok da umrumda değildi. Daha önemli bir düşünce arabaya bindiğimde de, yolda da, eve gittiğimde hatta yatağıma uzandığımda da aklımdaydı:
Demek adı buymuş.
Özgür.
Eh, ona uymadığını söyleyemem.

Mavi KuşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin