Mavi Kuş-2

137 7 3
                                    

Biraz önce ne dediğimi hatırlıyor musunuz? Güzel uyanmaktan falan bahsetmiştim. Hah, işte kazın ayağı öyle değilmiş ve ben ne yazık ki annemin kafamdan aşağı boşalttığı suyu özleyecek kadar büyük bir rezalete imza attım...

Şu an yerin altına daha hızlı geçmek için asfaltta bir kırık arıyorum, ama o kadar çok var ki hangi birini kullansam bilemedim...

Oysa ki çok güzel başlamıştı. Tam özlediğim gibi; yüzüme değen, hafifçe gıdıklayan sarı saçlar ve hafifçe araladığım göz kapaklarımın arasından sızan gün ışığı, güzel bir yüz. Tanıdık bir yüz; sevgilimin yüzü. Ben de alışkanlıkla kıza sarılıp onu yatağa çektim ve öpmeye başladım. Yani, öpmeyi denedim. Sonra zevkten çok acı veren bir ısırıkla geri çekildim. Ama normal bir ısırıktan bahsetmiyorum, kız bildiğiniz dudağımı kanattı. Ve utanarak söylüyorum ki bildiğiniz çığlık attım. Kız çığlığı, evet.

Meğer 'sevgilim' zannettiğim kız bizim Eylül'müş ve annemin beni çağırdığını söylemek için gelmiş ama uyuduğumdan emin olamayıp öldüm mü diye kontrol etmek için yüzüme eğilmiş. Nefesimi dinleyecekmiş. Söz konusu başka bir kız olsa bu dediğine güler ve öpmeye devam ederdim ama bunu yapmadım çünkü 1) bahsettiğimiz kişi Eylül'dü ve kızı tanıdığım kısa sürede anladığım ilk şey ölü bir insanla bir vitrin mankenini ayırt edemeyeceğiydi. 2) kız şu an ağlamak üzere gibi duruyordu, öyle kötü bakıyordu ki ilk öpücüğü olmaması için dua etmeye başlamıştım. 3) annem bekliyordu ve evde kimin patron olduğunu anlamışsınızdır diye tahmin ediyorum.

Eylül utançla karışık bir öfkeyle dolu gözlerini bana diktiğinde özür dilemek zorunda hissettim kendimi: "Ya özür dilerim, kız arkadaşlarımın beni öyle uyandırmalarına alışığım o yüzden şey oldu ve ilk öpücüğün bu şekilde olduysa en yakın zamanda telafi..." son kısmı söylerken yavşak bir gülüş takındığımı tahmin ediyordum ki Eylül'ün  yüzüme elini çarpması bunu haklı kıldı. Tabi bu 'çarpma' hareketi ona göre bir tokattı.

"Ben senin şıllık kız arkadaşların gibi değilim ve hayır ilk öpüşmem değildi. En iyisi olmadığı da kesin." dedi ve salona doğru yürümeye başladı. Bir an donakaldım. Ölüyle diriyi ayırt edemiyor ama öpüşmeme laf ediyor. Vay anasını. Anası... Ana... Anne.. Annem!

Hemen altıma dışarı çıkmaya uygun bir şort ve salaş bir tişört giyip ben de peşi sıra salona yürümeye başladım. Onu annesinin yanına tünemiş bir vaziyette buldum. Annem televizyonda balıkların üremesiyle ilgili bir belgesel açmış ve aralarda onu izlemekten kendini alamıyormuş gibi gözü televizyona kayıyordu Nebahat hanımla konuşurken. Bu sahne beni ister istemez güldürdü. Çünkü biliyorum ki aslında şu an İzdivaç programında Aslı'nın Selim'e ne cevap vereceğini merak ediyor.

Gülmemek için direnirken çıkardığım o garip sesi duyunca kapıya, yani bana döndü ve doğal olamayacak kadar büyük bir gülüşle bana baktı ve bağırmaya başladı: "Ah! Oğlum da gelmiş! Benim uykucu oğlum!" niye bunu yapıyor bilmiyorum ama bir oğlu olduğu için övünüyor gibi duruyor. Veya beni kurtarıcısı kabul ediyor gibi. İkisi de olası.

"Ah! Oğlun geldi! Senin uykucu oğlun! İkinci defa uyandırdığın oğlun!" diye karşılık verdim ben de 'seni kurtaramam' alt metnini anlamasını umarak. Mesajı almış olacak ki hemen kendini toparladı ve "Oğlum, Eylül'ü de al, çıkın dolaşın biraz. Kız Bodrum'a eve tıkılmaya gelmedi." dedi.

O an aklıma bir soru takıldı: "Harbi, niye geldi? Yani hoşgeldiniz, bir şey demiyorum da niye geldiniz? Merak ediyorum." dedim annemin yanında evin sahibi gibi oturan Nebahat hanım ve annesi ne kadar rahatsa bi' o kadar rahatsız ve bu eve, hatta bu dünyaya ait değilmiş gibi oturan Eylül'e dönüp.

Nebahat hanım sanki 'bulutlar nasıl uçuyor?' demişim gibi bana baktı ve sonra benden hoşlanmadığını vurgulayan bir ses tonuyla: "Bak şimdi oğlum, bunun ablası var ya hani -takma tırnaklı baş parmağıyla sol yanında oturan Eylül'ü gösterdi- Sedef hani? Nişanlanacak olan. Heh, işte onun müstakbel nişanlısının ailesi Bodrum'da yaşıyor biz de konuştuk o yüzden, nişanı burada yapalım, Ege'nin açıklarında böyle lüks bir yatta... -göğsünü şişire şişire söylediğine göre sağlam para ödemişlerdi- Kalacak başka tanıdığımız da yoktu, biz otele gidelim dedik ama annen gel bizde kal deyince ona geldik. Ha, bir de sen sormadan söyleyeyim Sedef de burada ama önce Burak'la zaman geçirmek istedi Burak da ne hoş çocuk..." anneme dönüp anlatmaya devam etti. Bense neden geldiğimi unutmuş bir vaziyette belgeseli izlemeye başlamıştım ama annemin sorduğu bir soru dikkatimi çekti: "Bu çocuklar nasıl tanıştı?" neden bilmiyorum, sadece cevabı merak etmiştim: "Aaaay, çoook romantik!" dedi Nebahat hanım, "Hemen anlatayım; Şimdi Sedef arkadaşlarıyla Bodrum'a gelmişti bir kaç sene önce, denize girmiş işte sert bir dalga sürüklemeye başlayınca bizim damat da atlamış suya, kurtarmış yavrumu, sonra tanışmışlar..." O sırada kafası karışmış görünen Eylül lafa atladı "Ama anne, ablam izdivaç programına çıkmıştı ya hani? Hatta Burak'la tanışana kadar her talibiyle çay içti?... Hatta bir tanesini çok beğenmesine rağmen reddedilince 'everin beni! evlenmek istiyorum!' diye bağırmıştı ya?" Nebahat hanım kızını boğazlayarak öldürmek isteyen bir kobra gibi kızın üstüne atladı ve eliyle tüm suratını kaplayarak zavallıcığı havasız bıraktı, haliyle kız susmak zorunda kalmıştı. Bu sırada kahkaha atmamak için zor tutyordum kendimi, daha doğrusu tutamıyordum. Bir yandan annemin ufak bir servet karşılığı aldığı yastıkları ısırıp tepiniyor bir yandan da Nebahat hanımın savunmasını dinliyordum. Kızının ne kadar saf olduğunu, olayları yanlış anladığını, hatta hiç anlamadığını anlatıyordu.

Her ne kadar sabah dediği lafa bozulmuş olsam da kızcağızın haline üzüldüm ve kendimi toparlayıp ayağa kalktım "Her neyse hanımlar, sohbetinize doyum olmuyor ama bir Eylül'le denize gidiyoruz. Hadi Eylül, hazırlan gel bekliyorum seni kapının önünde." dedim ve annemin hazırlattığı çantamı alıp arabamın yolunu tuttum.

Evet, 19 yaşındayım. Hayır, sınıfta kalmadım, hazırlık okudum.

Kimse görmemesine rağmen elimden geldiğince havalı bir şekilde arabanın içine çantaları atıp Eylül'ün bulurken zorlanmaması için dışına dayanarak onu bekledim. Güneş gözlüklerimi takmış, genç kız hikayelerinden fırlama bir bad boy gibi durmaya çalışırken başımı hafifçe aşağıya eğdim ve tişörtümün yakasında ki onu en son giydiğimde ne yediğimi ayrıntılı olarak gösteren sanatsal lekeyle karşılaştım. Hardal, ketçap, mayonez ve biraz turşu. Ayvalık tostu yemiş olmalıyım. Etrafımı kolaçan edip yakayı belli etmeden içine katlamaya çalıştım. Sonuçta hayat kirli olduğunu sonradan fark ettiğimiz kıyafetlerimizi değiştirmek için fazla kısa.

Ayrıca Eylül'ü beklemek için de. Tam olarak iki dakika otuz altı saniyedir kapıdayım ve ses seda yok. Derin bir nefes aıp yaz güneşinin boğucu havasını içime çektim ve çektiğim gibi öksürmeye başladım çünkü bu yaz güneşinin boğucu havasından çok sigara dumanını andırıyordu ve kafamı sağa çevirince bunun nedeniyle karşılaştım; dün geceki küstah kız! Ve küstah sigarası!

Sigarasına ve direk onun varlığına verdiğim tepki kısa bir an için güldürdü onu. "Bu sefer annen yanında değil galiba?" dedi küçük gören bir ifade ile. "Karanlık ruhunu kuru temizlemeye vermişsin galiba?" dedim nereden geldiğini bilmediğim bir özgüven ve yargılama hakkıyla. Oysa ki gözlerindeki ifadeden bile olası bir laf dalaşında beni nasıl alaşağı edeceğini görebiliyordum. Ama şükürler olsun ki insaflı bir anına denk gelmiştim. Sadece güldü ve "Her leke yıkamakla çıkmaz. Kız arkadaşın geliyor." dedi ve yine göz kırparak yanımdan uzaklaştı. "Adın ne?" diye bağırdım arkasından ama yürürken döndü, gülümsedi ve yeniden önüne döndü. Bunu hiç duraksamadan yapmıştı. İşte buna yetenek derim.

Arkama döndüğümde Eylül'ün elinde hasır çantası, başında çiçekli şapkası ve üstünde yeşil bir plaj elbisesiyle beni beklediğini gördüm. Sıkıntıyla nefes verdim ve ön kapıyı açtım.

Mavi KuşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin