7- Ben hiç böyle hissetmedim

335 44 27
                                    

30 Kasım. 10:00, Pastane.

O, olayın üzerinde bir haftadan daha uzun bir süre geçmiş, yaralarım hâlâ tamamen iyileşmemişti. Buna rağmen ait olduğum yere, pastaneme gelmiştim. Özlemiştim, kendimi bulduğum tatlı şeker kokusunu. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Uzunca bir bakış attım, pembe beyaz dükkana. Pastane mi, özlemiştim...

Hyunjin'in o, anki yüzünü unutamıyordum. Buz gibiydi yüz hatları. Cümlelerinde saklı nefret vardı, her konuştuğunda çarpıyordu yüzüme. Ses tonu onu ele veriyordu, ve soğuktu. Bir haftada onu düşünmekten kurtulamaz olmuştum. Hyunjin dört dönüyordu zihnimde...

Neden bu denli soğuktu? Hiç bir duygu yoktu gözlerinde. Hiç tereddüt etmemişti, ne eli kalkarken ne de yerde kıvranan bedenime ard ardınca darbeler indiriken. Buz gibi zemine öyle bir atmıştı ki, beni, soğuk kanıma dolanmıştı.

Min Ho beni yanlız bırakmamakta ısrarcıydı, ki bunu bende istemezdim çünkü o, deli adam her an bir yerlerden çıkacakmış gibiydi. Hoş, Bangchan denen adam bizi koruyacağını söylemişti ama... Yine de içim rahat değildi.

İçeri girdim ve işimin başına geçmeden önce, kapalı yazan tabelayı açık yazan tarafına çevirdim ve dükkanı açmış oldum. Böylece her sabah burayı ziyaret eden müşterilerim uzun bir aradan sonra geri döndüğümü anlamış olacaktı.

Askılıkta asılı duran önlüğümü aldım ve belime bağladım. Pembe ipleri belimde fiyonk yaptım ve kolları sıvadım. Önce, fırını ısınması için yakıp ardından yapacağım kurabiyeler için dolaptan un çıkarmakla başladım işe. Paketi açıp unu kapın içine boşalttım, ardından buz dolabından yumurta alıp unun üzerine kırdım.

Bir kaç kap şeker, kakao ve diğer malzemeleri de ekleyip kapta ki, malzemeleri kaşıkla karıştırmaya başladım. Siyah tavanın içine biraz yağ döküp kurabiye hamurunu küçük küreler şekline getirip içerisine dizdim, ve çikolata parçaları eklemeyi de unutmadım. Tavayı çoktan ısınmış fırına bırakıp geri çekildim ve muhteşem kurabiye kokusunun yayılması için pişmesini bekledim...

Hwang Hyunjin

Yaklaşık 12 saattir karşımda ki, dosyalarla uğraşıyordum ama kendimi toparlayıp bir türlü bitiremiyordum bu lanet işi!

Elimde ki, kağıt parçasını masaya fırlattım. Siyah koltuğuma sırtımı yaslayıp geriye attım vücudumu. Üstüme çöken yorgunluk hissi beni bitirip tüketiyordu. Uykumak istiyordum ama uyuyamıyordum. Uyusam bile  asla uykumu almış, şekilde uyanmıyordum. Bu durum yaklaşık bir haftadır böyleydi. Uykusuzluk ilk kez bu denli rahatsız ediyordu beni. Onun dışında, içime çöken bir ağırlık vardı. Tatlı tatlı acıtıp, yakıyordu beni. Göğsümün tam ortası...

Gözlüğümü çıkarıp parmaklarım ucunda tuttum, kendimi öne atıp dirseğimi dizime yasladım ve boşta kalan elimi saçlarıma geçirdim. Derin derin nefes aldım bu hissi içimden atmak için ama olmadı. Yıllardır donuk bir insanken birden böyle duyguların içinde bulmak kendimi baya zordu...

Gözlerimi kapatıp derin düşüncelere daldım ve beni neyin böyle yaptığını bulmak için geçmişe döndüm. Zihnimde canlanan yüzü görmememle açtım gözlerimi. Hafızamı hatırlamamak için zorladım, ama bir haftadır aklımın bir köşesindeydi o, çocuğun yüzü. İsmi yankılandı kafamın içinde, Felix... Lee Felix.

Nasıl kendimden geçip vurduğumu düşündüm ona ve ayaklarımın bağı çözüldü sanki, ellerim titredi, vücudum buz kesti. Kanıma dolandı bu sefer korku. DNA'ma işledi sanki, unutamadım. Kendime lanet etmek gelirken içimden, yumruklarımı sıktım ve ayağa kalktım. Bir hışımla masanın üstünde ne varsa, elime ne gelse fırlattım duvara. Ani gelen sinir yüzünden nefes nefese kalmıştım.

clandestineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin