Lee Felix
Sabah aynı şekilde yeniden dükkanı açmıştım. Dünden beri ayrılmaz parçam olan o, endişeyi hâlâ hissediyordum. En yakın arkadaşım dün gelip bana, bir takım tekin olmayan adamın işlediği cinayete şahitlik ettiğini söylediğinden beri çok endişeliydim. Adamların onu fark edip peşine düşdüklerini, söylediğinde ise içeriden kalbinin titrediğini hissetmiştim adeta. Neyse ki, izini bir şekilde kaybettirmişti. Ama bu güvende olduğu anlamına gelmezdi. Çünkü adamlar onun yüzünü görmüştü. Yani onun anlatımı ile böyleydi. Ama yine de bir umut vardı. Düşüncem: gündüz olmasına rağmen çok karanlık bir sokak olduğunu söylediği için adamlar sadece bir insanın varlığını hissetmişti. Yani belki de yüzünü tam görmemişlerdi. Sokağı aklımda Lee Know'un tarifi ile canlandırdığım da bu sonuca varmıştım.
Dünden beri rastgele teoriler üretiyordum. Endişem kesinlikle yersiz değildi. Seoul'un nasıl bir yer olduğunu yaşamaya başladığım günden beri çok iyi biliyordum. Üstelik Lee Know'un adresini verdiği sokak çok kuytu bir yerdi ve haberleden orası ile ilgili hiç olumlu olmayan şeyler duymuştum. Lee Know'a bir kaç gün evden çıkmasını söylemiştim. Eğer yüzünü gümüşlerse bile en azından izini bulaşmasınlar.
Daldığım düşüncelerden kurtulup elimde ki, eldivenleri çıkarmıştım. Kafede ki, masalara göz gezdirip yeni müşteri olup olmadığını kontrol etmiştim. İşler yoğundu, tam da sana en çok ihtiyacım olan zamanda yoksun Lee!
Gözlerim tek tek masalarda gezinmişti. Ardından telefon siparişlerini yetiştirmek için işe koyulmuştum. Dolaptan aldığım her zamanki beyaz süslü kutulardan birini alıp not kağıdında yazanları içine doldurmaya başlamıştım. İşlerin yoğunluğu yüzünden benden bağımsızca kaşlarım çatılıyordu. Önlüğüme eşlik eden pembe saç bandı görünüşümü süsleyip, tam da bir insanın kolayca pastaneci diye bileceği tipe bürüyordu beni. Bir oraya bir buraya koşturuyordum. Yorucu olsa da müşterinin çok olması güzel bir seydi. Elimde ki, kutuyu bırakıp kahve hazırlamak için tezgahın öbür ucuna gidip makinayı çalıştırmıştım. Ardından elime eldivenleri geçirip fırında pişen kurabiyeleri yanmamaları için çıkarmıştım. Arkam kafeye dönük bir şekilde kurabiyeleri fırından çıkarıp kenara bırakmıştım. Hâlâ hamur olan üstünde ki, çilek süslemeleri ile pişmeye hazır çörekleri de alıp boş fırına göndermiştim. Arkam dönük bir şekilde işime devam ederken kapıdaki çan seslerini duyup konuşmuştum.
"Masalardan birine geçin lütfen, şimdi ilgileneceğim.".
Gayet normal bir ses tonunda söylemiştim bu sözleri. Arkam dönük olduğu için yüzünü göremediğim müşteri de muhtemelen masaya geçmişti bile. İşime devam ediyordum. Yeni fincanlar çıkarıp tezgaha dizmiştim. Çilekli çöreklerin yavaş yavaş pişmeye başlaması ile o, muhteşem koku tüm pastaneye yayılmaya başlamıştı. Derince içime çekmiştim bu kokuyu. Tatlı hamurun, çileğin muhteşem aroması ile birleşip yarattığı eşsiz koku... Şeker tadını, ağzımda ala biliyordum resmen.
Kurabiyeler soğumaya devam ederken şimdilik bir işim olmadığını düşünüp gülümseyerek elimde ki, eldivenleri tekrardan çıkarmıştım. Sıcak bir gülümsemeyle müşterim ile ilgilenmek için arkamı dönmüştüm. "Ben hem-" ben hemen sizinle ilgileneyim diyecektim ama...
Ama döndüğüm anda gördüğüm siyah takım elbiseli bir takım adamdı. Önde duran uzun boylu adama takılmıştı gözüm. Bu manzara karşısında olayı hemen Lee Know'un dün yaşadığı olaya bağlamıştım. Ya o, adamlar bu adamlarsa? Öldüm koparken öylece baka kalmıştım adamın yüzüne. Adamı biraz incelemiştim. Benden bağımsızca gözlerim: üste kıyasla daha kalın olan alt dudağında, üstten bağladığı sarı saçlarında, çekik ince gözlerinde gezinmişti. Oldukça çekici ve yakışıklı bir adamdı. Ellerini cebine atmış üstten aşağı bana bakıyordu. Ve öyle böyle değil, çok sert bakıyordu.
İstemsizce yüzümde ki, gülüş solmuştu. Başını çok az sola yatırıp gözlerini daha da kısmıştı. Kendimi toplayıp bir kaç kelime kekelemiştim dudaklarımın altından.
"B-buyrun, nasıl yardımcı ola bilirim?"
Bir şey söylemeden arkasında ki, adamlardan biri önüme bir fotoğraf koymuştu. O, ise duruşunu bozmadan hâlâ korkutucu bir şekilde bana bakıyordu.
Ve o, soğuk ses tonu kulaklarıma dolmuştu.
"Bu adamı tanıyor musun?!"
Fotoğrafa baktığım anda şok geçirmiştim. Lee Know'un fotoğrafıydı. Şimdi tamamen emindim bu adamlar Lee Know'un gördüğü cinayeti işleyen adamlardı. Sorduğu soru aklımda dolamıştı. Hayır diyemezdim, burda çalışıyor deseler ne diyecektim?! En iyisi evet demek. Aslında burada çalıştığını inkâr ede bilirdim. Ooof! Lanet olsun sana Lee Know! Küçüklükten beri hep böyleydi! Başı belalı.
"B-ben şey...-"
Adam cevap beklercesine yüzüme bakmıştı. Ama ne bakış. Yiyecekti şimdi sanki, beni. Salak gibi kekelemiştim yine. Gözleri hâlâ üstündeyken sözümü kesen camdan dışarıda gördüğüm Lee Know'du. Kesinlikle buraya doğru geliyordu. Lanet olsun deli mi bu?!
Bu sıradan adama dönen gözlerim bana doğru tuttuğu silaha kaymıştı.
"Sana adamı tanıyor musun diye sordum?!"
Silahın tetiğini çekmişti,
"Cevap ver! Hemen!"
Dilim tutulmuştu sanki, bir tarafta bize yaklaşan Min Ho diğer tarafta ise bana silah doğrultan adam. Kalbim titriyordu. Tanrım, nasıl geldim ben bu hâle!
_______
Merhabalar, nasılsınız? Ben iyiyim. Bölüm nasıl? Umarım beğenmişsinizdir... 🍒✨♥️Hikâye hakkında görüşlerinizi merak ediyorum. Yorumlarda bana belirtirseniz sevinirim...
Sizce ne olacak? Minho, Hyunjin'in elinden kurtulmayı başaracak mı? Gelecek bölüm için beklemede kalın... Öpüldünüz. ♥️
•
🖤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
clandestine
Fiksi PenggemarLee Felix 18 yaşında Seoul'e taşınıp kendi pastanesini açmıştı. Hwang Hyujin ise yıllardır Kore'nin yer altı dünyasında hüküm süren bir mafyaydı. Kokunun yatağıma sinmesine izin verme, eğer sonunda terk edip gideceksen - clandestine