Lee Felix
Yaşadığım şoku hâlâ atlatamamış öylece bakıyordum ikisinin yüzüne. Gözlerim bir acının Hyunjin'in olduğunu öğrendiğim adama kayıyor, ardından arkadaşım dediğim ama pezevenk çıkan Min Ho da duruyordu. Bakışlarım sabit değildi. Durumu bir kaç kez gözden geçirip yanlış anlamış olabileceğim ihtimalini düşünmüştüm. Ama hayır, kesinlikle doğru anlamıştım. Eğer Min Ho o, lanet adamı ifşalamazsa adamlar beni öldürecekti. Her kimse eğer Min Ho ismini hemen şimdi vermeliydi. Ortamda ki, gergin enerji iliklerime kadar işliyordu. Min Ho'nun gözlerinde ki, çaresizlik ve endişeyi gördüğüm de için burkulmuştu adeta.
"Min Ho! Ya adamın adını ver, o ölsün!.. ya da arkadaşın-"
Siyah kemerin sardığı ince belinden çıkardığı silahın tetiğini çekip bana doğrulttuğu zaman gözümden bir damla yaş düşmüştü.
"Ölür!"
Kalbimin ritmik şekilde atışlarını duyuyordum. Gözlerimi kapatıp içimde biriken endişeyi dindirmek ioçin derin bir nefes aldım. Almak istedim, ama olmadı. Aldığım her nefeste boğazımda ki, yumru büyüyordu.Yaşlı gözlerimi açıp Min Ho'ya çevirdim başımı. Adamlar onun kollarından sıkı sıkı tutup bırakmıyordu. Adamın ürpertici sesini yeniden duymuştum.
"İtiraf et! ...yoksa bu güzelliğe yazık olacak."
Rahatsız edici bakışlarına maruz kalmıştım yine. Bana çevrili silahın korkusuyla dolmuştu yüreğim. Ama hâlâ anlam veremediğim şey, neden Min Ho adamı anına söyleyip beni bu silahın nişanı olmaktan kurtarmamıştı? Benden daha mı değerliydi o, adam!? Lanet olsun!
"M-min Ho...! Söyle de kurtulalım a-artık!"
Titrek sesimin yansıdığı sözleri dudaklarımdan serbest bırakmıştım. Min Ho nemli gözlerle bakmıştı bana. Hâlâ şaşkındım. Şoktaydım. Kırgındım... Şimdiye kadar çoktan söyleyip beni kurtarması gerekmez miydi? Neden hâlâ suskundu öyleyse? Artık ümidi kesmiş şekilde gözlerimi ondan ayırdım. Gözlerimde ki, kırgınlığı nerede görse tanırdı o. Adamın bir hamlesi kadar uzaktı şimdi ölüm bana. Burun burunaydım bana doğrulttuğu silahla. Belki de günün sonunda cesedim kalacaktı, mutlu olmayı dilediğim evin zemininde.
Önümde ki, adam garipti. Bakışlarında ki, soğukluk ve sertlik insanın içini titremeye yeterdi. Baştan aşağı siyahtı. Siyah giyimi bembeyaz teniyle uyum içerisindeydi. Nasıl da eli titremeden doğrultmuştu silahı bana. Gözlerinde ki, bakış hiç değişmemişti onu gördüğümden beri. Belki de hep böyleydi belki de sadece bize.
Hayatımın şokunu, ve belki de ömrüm boyunca asla unutmayacağım anı yaşıyordum.
"B-benim hiç bir şeyden haberim yok ki...! Min Ho konuşsna."
Sesimin pürüzlü bir o, kadar da kısık çıkışı ile gözler yine bana çevrilmişti. Adam anlamaz gözlerle bakmıştı bana. Gerçekten de şu anda ne yaşadığım hakkında hiç bir fikrim yoktu. Yaşıyor muyum? Onu bile sorguluyordum...
"Tch, tch, tch... Arkadaşın çok masum Min Ho. Gerçekten ona yazık olacak."
Adam beni öldüreceği düşüncesini desteklercesine konuşmuştu. Min Ho ise umursamıyor değildi. Ama dili tutulmuş gibiydi. Gözlerim ona çevrildiğinde irisleri titriyordu. Ne engelliyordu konuşmasını? Ayak üstünde kas katı kesilmiştim resmen. Öleceğimi bile bile nasıl konuşmazdı bu adam?! Belki de bu bilgi her neyse dudaklarının arasından çıkmayıp arkasında saklanacak kadar önemliydi benden...
Adamın kolumdan çekmesi ile öulece korkuyla dona kalır şekilde durduğum yeri terk etmiştim. Kendimi adamın kolları arasında bulmuştum. Beni kendine çekerek sırtımı göğsüne yaslamıştı. Beni kendine bastırarak bir kolu ile sıkıştırıp diğer eli ileyse elinde tuttuğu tabancayı kafama dayamıştı. Ani hareket yaşandığı saniye çığlık atmama neden olmuştu. Gözlerimi kapatıp elimi adamın beni sıkan koluna atmıştım. Çok güçlüydü gücüm ona yetmiyordu. Min Ho önr atılıp "bırak onu!" diye bağırmıştı. Ama onu tutan kollar yanıma gelmesini engellemişti. Adam saçımdan tutup beni yere itmiş dizlerimin üzerine çökmemi sağlamıştı. Bu hareketi artık hüngür hüngür ağlamama neden oluyordu. Korkuyordum, hem de çok...
"Onu hemen öldürmeli miyim? Yoksa biraz eğlenmekten zarar gelmez mi? Sence Min Ho? Hm?!"
Gözlerimi açıp aşağıdan yukarıya adama bakmıştım. Sözleri zihnimde defalarca yankı yapmıştı. Şoktaydım. Yapmazdı değil mi? Bu kadar kötü olamazdı?
Min Ho'nun hiç bu kadar yüksek duymadığım korkutucu sesi dolmuştu kulağıma.
"Sakın! Sakın ona dokunmayım deme Hyunjin öldürürüm seni! BIRAK ONU!!!"
Saçımı sertçe geriye çekip aşağı eğildi, yüzünü yüzüme yaklaştırarak gözlerimin içine baktı. Min Ho'yu umursamadan arsızca süzdü yüzümü.
"Kendisi... çok ateşli de!"
Saçımı bırakmıyordu, kafa arkaya öyle çevirmişti ki, boynumda bir acı vardı. Beni yere ittiğinde zayıf cüssem soğuk zemine düşmüştü. Üstüme üstüme yürüyordu. Korkarak gerilemiştim.
"Hyujin bırak onu! Onun bir suçu yok! Hiç bir şeyden haberi yok onun, masum o!!!"
Min Ho'nun ses tonu evi inletmişti. Hyujin ise hâlâ üstüme üstüme geliyordu. Sözleri beni çok kötü düşüncelere itmişti. Bana kötü bir şey yapacağı düşüncesi ödümü koparıyordu. Min Ho'nun bir gün önce onun hakkında anlattıkları yaptığı iğrenç işler hepsi gözümün önünden geçmişti, bana yaptığı bir şekilde canlanmıştı gözümün önünde.
Kolumu sıkıca kavrayıp beni ayağa kaldırmıştı. Boşta kalan elini, beyaz gömleğimin yakasına atıp tek hamlede yırtmıştı. Çıplak kalan tenimi saklamak adına kendimi sıkmış, geriye çekilmiştim.
"HYUJİN SAKIN! SAKIN, ONA DOKUNMAYA KALKMA! SENİ ÖLDÜRÜRÜM!!!"
Min Ho çok şiddetli şekilde bağırmıştı. Hyunjin denilen şerefsiz ise çıplak göğsümü süzüyordu. Utancımdan yerin dibine girmiştim. Elinden kurtulmaya çalışıyordum, ama kolumu kopartacak gibi sıkıyordu. Naif ve zayıf vücudum ona karşı gelemiyordu.
"B-bırak beni..!"
"Evet Min Ho~ Yapamazsın demiştin dimi bana?!.."
Gözlerini kısıp çok korkutucu bir şekilde fısıltı tonunda konuşmuştu.
"Bana öyle dediler de!"
Min Ho için o, adam benden daha mı değerliydi!? Neden ismini haykırıp beni kurtarmıyordu!?
"Min Ho... Konuş artık konuş...!"
Gözlerimi kapatıp ağlarken konuşmuştum. Yaşlar gözlerimden akıyordu... Ya bana bir şey yaparsa?!
Benim ardımdan onun sesi duyulmuştu yine.
"Demek arkadaşının canı pahasına bile olsa konuşmayacaksın!? ...tamam"
Min Ho'nun gözünde korku ve çaresizlik vardı. Dolu gözlerle sanki, son kezmiş gibi yüzüne bakmıştım. Adam sözlerin ardından bir şey yapacakmış gibi konuşmuştu. Kötü bir şey... Bana yaklaşmıştı. Korkuyla geriye atılmıştım ama, beni tutan kolu bunu engellemişti. Elini havaya kaldırmıştı. Yanağıma doğru gelen elinin ardından çok sert bir tokat atmıştı yüzüme. Yanağıma yayılan acıyla çığlık atmıştım, kafam sağ tarafa düşmüştü. Ardından bir tokat daha yemiştim. Min Ho beni bırakması için çığlık çığlığa bağırsa da adamın beni bırakacağı yoktu.
Saçımdan tuttuğu gibi yere atıp karnıma tekme atmıştı. Resmen Min Ho yüzünden şiddet görüyordum. Bir tekme daha yemiştim. Saçımdan tutup kaldırmış, ve tokatlar yerini yumruğa bırakmıştı. Yere yığılıp kalmıştım. Gözlerim kararıyordu. Tüm bunları kaldıramayacak kadar zayıftım. Şiddet dakikalarca böyle devam etmişti. Sonunda artık Min Ho'nun bağırışlarından ne söylediğini ayırt edemeyecek hâle gelmiştim. Ağzıma yayılan metalimsi tat daha da yoğunlaşmıştı. Ellerimde ve adamın ellerinde kan vardı. Gözlerim kapanıyorken kapının açıldığına şahit olmuştu yorgun gözlerim. Bir kaç adam içeri girmişti. Kulaklarımda buğulu sesler vardı. Net duyamadığım sesler daha da yükselirken gözlerimi karanlığa kapattım.
_____
Merhabalar, nasılsınız? Bir kaç gündür bölüm atamıyordum. Sonunda bugün yayınlaya bildim. Umarım beğenirsiniz. ✨ Fikirleriniz, benim için çok önemli. Yorum yazıp vote atarsanız mutlu olurum 🍒 hoşçakalın... ♥️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
clandestine
FanficLee Felix 18 yaşında Seoul'e taşınıp kendi pastanesini açmıştı. Hwang Hyujin ise yıllardır Kore'nin yer altı dünyasında hüküm süren bir mafyaydı. Kokunun yatağıma sinmesine izin verme, eğer sonunda terk edip gideceksen - clandestine