8- Neden seni öldüremiyorum?

325 41 26
                                    

01 Ekim, 02:00. Lee Felix

Anahtarı kapı deliğine geçirip evimin kapısını açtım. Içeri geçip kollarımdan süzülen paltomu askılığa asıp, kafamda ki, bereyi ve atkıyı da çıkarıp paltomu yanına bıraktım. Evin sıcaklığı tenimi ısıtmıştı. Gözüm girişte ki, aynaya ilişmiş, yanaklarımın soğuktan kızardığını görmüştüm. Ellerimi yüzüme götürüp, donmaya doğru giden parmaklarımı yanaklarıma koyduğum da buz gibi olduğunu görmüştüm...

Ayakkabılarımı çıkarıp bir kenara bırakıp, Işığı açmadan salona doğru yürüdüm. O, olaydan sonra evimi değiştirip buraya taşınmıştım. Güvenlik amaçlı daha iyi bir eve geçmiştim. Üstelik daha konforlu ve genişti. Içimi açmıştı hoş, dekorasyonu. Üstelik, üst katta bulunan odamın balkonundan gözüken manzara pek hoştu. Gecenin ayrı gündüzün ayrı güzelliği vardı manzara ile buluşunca...

Kısa koridoru bitirip sonunda salona geldiğim de ışığı tamamen açmadım, sadece loş lambayı açıp salonu biraz aydınlatarak mutfağa geçtim. Salona bağlı mutfak, kırmızı ve beyaz renklerle donatılmıştı. Dolabı açıp, su bardağı aldım ve içi su dolu sürahiyi almak için tezgaha yürüdüm. Sürahide ki, suyu yarılayacak kadar çok su döktüm bardağa, susuzluktan ölüyordum çünkü...

Arkamı döndüm, kalçamı popo hizama kadar gelen tezgaha yasladım tek elimi de tazgaha koyarak destek aldım. Ama, arkamı döner dönmez karanlığın ardından onu görmemle yerimden sıçramam bir oldu. Bardak elimden düştü ve kırıldı. Kırılan bardağın sesi evde yankılanıp, sessizliği bozduğunda korkum ikiye katlandı. Kalbim içeriden titremeye başlamıştı bile...

Geniş salon da, koltuğun yakınında duran kanepe de, çok salaş bir şekilde oturmuştu. Gömleğinin yakası, tüm düğmeleri açıktı. Onu süzerken gözlerim vücuduna ilişmişti. Kaslı vücudunda bir çok iz vardı. Belli ki, yara iziydi, bunlar. Ama çirkinden ziyade, sanki şaheser gibi duruyordu her biri. Gözleri beni süzüyordu. Korkuyla baka kalmıştım ona. Bu durgunluktan faydalanarak ona bakmaya devam etmiştim.

Gözlerim, gözlerini süzüp yavaşça aşağı inmeye başladı. Bakışlarım önce dudaklarına ilişti. Kızarmıştı dudakları ve ıslak gözüküyordu. Boynunda, beyaz teninde açıkça belli olan morluklar vardı, ve kırmızı ruj lekeleri... Daha çok öpücük izi gibi. Içkili olduğu barizdi. Aldığı derin nefesler eşliğinde hızla inip kalkan göğsünde de morluklar vardı. Boynunda ki, izleri takip eder gibi burada da vardı kırmızı ruj lekeleri.

Karşımda durduğu her salise aklıma türlü türlü düşünceler geldi. Yine aklımın her köşesinde o, vardı. Lânet olsun ki, yine çıkmıştı karşıma... Öldürecek miydi beni? Işkence mi edecekti? Ya da daha beteri mi? Aklıma o, gün bana vurduğu anlar geldi. Acıyla titredi her yanım.

Sesli bir şekilde yutkundum. "S-sen...-" dedim titrek sesimle. Ayağa kalktığında soğukkanlılığını koruyarak bana doğru gelmeye başladı. Yüzünde buz gibi bir ifade vardı. Adımlarının yavaşlığı, ürkütücüydü. Onun aksine ben çok korkuyordum ve hiç sakin kala bilecek hâlde değildim. Zihnimde dolanan düşüncelerden kurtulup durumun farkına vardığımda panikleyip geri geri gitmeye başladım. Ellerim ve ayaklarım birbirine karıştı resmen.

Üstüme üstüme geldiği için geri geri yürümek zorunda kaldım. Kırık cam parçalarını eze eze üstüme yürüyordu. Gözlerime sanki avıymışım gibi bakıyordu. Beni öldürmek için hazır, kendinden emindi. Sırtım duvara çarptığında kapana kısıldığımı anlamıştım. Gözlerim dolmuştu düştüğüm durum yüzünden...

Aramızda ki, mesafe bir adım kaldığında sağa doğru kaçmaya çalıştım ama tek kolu beni kavrayıp yeniden duvara itmişti. Canımı yakacak kadar sertti bu hareketi. Çabalama başlamıştım ama o, kadar sıkı tutmuştu ki, kollarımdan asla kurtulamıyordum. Tek eli iki bileğimi birden tutup ellerimi kafamın üstünde duvara yaslamış diğer elini ise duvara koyup etrafımı sarmıştı.

clandestineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin