Lee Felix
Beni hedef alan tapanca yüzünden boncuk boncuk terler akmaya başlamıştı vücudumdan. Bize doğru gelip teslim olmak isteyen Lee Know'a adamlara yakalanırım diye haber veremediğim her saniye boğazımda ki, yumru büyüyordu. Bir nefes daha alıp cevabını veremediğim soruyu hatırlatmıştım. Gözlerimi kapatıp dudaklarımı birbirinden aralamıştım. Elim ayağım titriyordu...
"B-ben...-"
"Sen ne?! Cevap versene be çocuk! Tanıyor musun bu adamı?!"
Yüksek sesi ile adeta kükrercesine bağırdığı zaman tüm kafenin gözleri bizi bulmuştu. Şaşkınlıkla kısa bir bakış atıp olayı anlamayan gözlerini çekmişlerdi. Ani sesi beni korkutmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırıp yutkunmuştum. Gözlerim dolmuştu bile. Yanlarım kıpkırmızıydı, bundan emindim. Adamlar içeri girdiğinden beri tezgaha yasladığım ellerim titriyordu. Sarı saçlı adam ise utanmadan beni baştan aşağı süzerek gözlerini üzerimde tutuyordu.
"Anlaşıldı!"
Sözlerinin ardından gözlerimi hızla açmıştım. Adam ışık hızında öne atılıp kolumdan tutarak beni kendine çekmişti. Ben daha ne olduğunu anlamadan elinde ki, silahı sertçe kafama dayamıştı. Bu hareketi epeyce canımı yakmıştı. Gözlerimi kapatıp gözümden süzülen bir damla yaşı yok saymıştım. Adamın bu hareketi parmak uçlarıma kalkıp, ellerimi daha da öne atarak durmamı sağlamıştı. Uzun boyu ile benim boyumu eşitleyecek kadar kaldırmıştı beni. Başımı geriye atıp yüzümü onunkinden uzak tutmaya çalışmıştım. Ama sıcak nefesi şimdi de boynuma çarpıyordu. Gözlerimi sıkı sıkı kapatmıştım.
"Demek ki, tanıyorsun..."
Silahı daha da sıkıp, bedenimi sarsmıştı. Bu hareketi dudaklarımın arasından acı bir ses çıkarmama neden olmuştu. Gerçekten çok güçlüydü. Büyük elleri kolumu koparacak gibi sıkıyordu. Bedenim asla böyle bir adam karşı gelecek kadar güçlü değildi. Dövüşmeyi de bilmezdim. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.
"Eğer adamın yerini söylemezsen öldürürüm seni!"
Gözlerimi açınca, koyu siyah gözlerine ilişmişti gözlerim. Bakışlarım bir müddet gözlerinde gezinmişti. O, civarlarda dolanıp yüzünde ki, yara izine inmiş kısa bir incelemenin ardından tekrar gece kadar karanlık gözlerine çıkmıştı. Öyle sinirle bakıyordu ki, şimdi bayıla bilirdim. Tekrardan bedenimi sarstığında afallayıp, sayesinde zar zor dik durduğum diğer kolumun kontrolünü de kaybedip düşecek gibi olmuştum ama o, tek kolumdan daha sık tutup olduğum pozisyon da tutmuştu beni. Beni kendine çekip kulağıma eğilmişti. Şoktaydım şu anda.
"Eğer arkadaşın, Lee Min Ho -namı değer Lee Know'un- yerini söylemezsen..."
Sıcak nefesini kulağıma üflemişti. Benim gözlerim koskocaman olurken o, sözüne devam etmişti.
"Bu güzelliğe yazık olacak..!"
Tek kelime edemeden kaskatı kesilmiştim. İlk kez birisi bana bu kadar yakındı. Eli hâlâ kolumdayken "hm...!?" Diye eklemişti. Vücudum titreşim moduna geçmişti. Yanaklarım ve kulaklarım yanıyordu. Çok utanmıştım, tüm gözler bizi bulmuştu. Olduğumuz pozisyonun verdiği korku, endişe heyecanın üzerine bir de tabancanın korkusu eklenmişti. Üstelik sarı saçlı adamın korumaları olduğunu düşündüğüm adamların da silahları beni hedef almıştı. Kafam acıyordu. Kesinlikle her yanım mosmor olacaktı...
İçten içe tanrıya yalvararak bir çıkış, kurtuluş yolu dilerken aniden gelen polis sesleri içimde bir umut yeşermesine neden olmuştu. Üstelik sesler çok yakından geliyordu. Dışarıya baktığımda Min Ho yoktu. Onun polis çağırdığını düşünüp bir an sevinmiştim. Adamın korumalarından biri camdan dışarıya bakıp korkuyla konuşmaya başlamıştı.
"Efendim, polisler! Min Ho bizi ihbar etmiş olmalı! Hemen burayı terk etmemiz lazım!"
"Lanet olsun!"
Burnundan solur hâle gelmişti. Bir kaç dakika düşünüp, ardından sinirle bağırarak kafama silahı daha da sıkmıştı. Korkuyal bağırır hâle gelmiştim. Müşterilerden bahsetmiyorum bile... Başka bir çaresi olamadığını anlayıp beni sertçe yere itmişti. Yere düştüğümde sırtımı çok fena çarpmıştım. Başım da değmişti. Öylece ağlamaya başlamıştım. Adam ise korumaları ile birlikte içeriye doğru koşmaya başlamışlardı. Ama kısa bir süre dönüp gözlerimin içine korkutucu şekilde bakarak "Seninle işim daha bitmedi!" Demişti. O, kadar kötüydüm ki, takaca durumda değildim. Yerde kolumu tutmuş yataraken, aklımda polislerin içeri girebileceği ihtimali vardı. Öyle de olmuştu...
Adamlar gittikten sonra, ki, muhtemelen polislere gözükmeden tüymek için girdikleri mutfaktan çoktan kaçmışlardı, içeri polisler dalmıştı. Her kese sakin olmalarını söyleyip insanları sakinletirmişlerdi. Polislerin ardından içeri gelen Min Ho gözleri beni aramak için etrafta gezinmişti. Ardından beni görüp tezgahın arkasında koşar adımlarla atmıştı kendini yanıma... Sonrası karanlık.
______
Ve~ bölüm sonu. Nasılsınız? Hikâye nasıl? Beğeniyor musunuz? Yorumlarda bana belirtirseniz sevinirim... Şimdiden vote atanlara teşekkür ederim 🍒♥️✨☁️ Olaylar tamamen farklı şekiller alacak ilerleyen bölümlerde. Beklemede kalın. Öpüldünüz •🥑 luvviya~• 🖤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
clandestine
FanfictionLee Felix 18 yaşında Seoul'e taşınıp kendi pastanesini açmıştı. Hwang Hyujin ise yıllardır Kore'nin yer altı dünyasında hüküm süren bir mafyaydı. Kokunun yatağıma sinmesine izin verme, eğer sonunda terk edip gideceksen - clandestine