Hogwarts popülasyonundaki drama seven kişilerin (herkes- Dumbledore dâhil) düşündüğünün aksine, Muggle Bilimleri dersini ailemi sinirlendirmek için almıyorum. Hayır, çok daha önemli bir amaca hizmet ediyor. Özellikle soytarı üçlü ve tanıdığım diğer hiç kimsenin olmadığı bu dersi, Remus'la yalnız vakit geçirebilmek için alıyorum. Bu esnada ailemin sinirlenmesi ise mükemmel bir pastanın üstündeki frambuaz tanesi.
Bu metaforda Remus'un mükemmel bir pasta oluşu, müstakbel eşi olarak onun için kusursuz bulduğum bir benzeti.
Hayır, lütfen alkışlamayın, övgü için yapmadım. Bu sadece şu anda seyrettiğim manzaranın bende yarattığı sanatsal dışavurum.
Büyük bir pencere hayal edin. Daha sonrasında pencere kenarında oturan, uzağa düşünceli düşünceli bakan kumral saçlı, tamamen Tanrı'nın dokuzuncu senfonisi olan birini resmedin. Bu güzel güneşli günde, ışık hüzmeleri sadece ona vurmuştu ve sınıfın geri kalanı loş ışıkta gibiydi.
Daha sonra sınıfın girişinde durup, normalden uzun bir şekilde Remus'u seyrettiğimi fark ettim.
Pat Penneligion'ın bana güldüğünü de fark ettim.
Muhtemelen oturmalıyım.
Merlin üstüne yemin ederim ki normalde bu kadar tacizci değilim!
Yani çoğunlukla..
Bu çok rahatlatıcı değil, değil mi?
Pat Penneligion hiçbir zaman bilemeyecek!
Olabildiğince zarif gözükmeye çalışarak boş sıralardan birine doğru yürüdüm. Ne yazık ki Remus'un oturduğu sıra dışında da boş yerler var. Yer kalmamış gibi davranarak yanına oturduğum klişe ihtimal gerçekleşmiyor.
Ya o da bana aşık olduğu için, ya da sınıftaki iki Gryffindor olduğumuz için -ben birinci ihtimale inanmayı tercih ediyorum- "Hey Gwen, neden buraya oturmuyorsun?" diye sordu.
Tüm zarafetim ve yıllarca aldığım 'üst sınıf safkanlar nasıl yürümeli' dersi bedenimi terk etti ve adımı söylediği an sendeledim.
Tek kaşını kaldırarak bana baktı ve iyi olup olmadığımı sordu.
Ah, elbette iyiydim! Ama bu hareketlerim Remus'un yanında çok fazla oluyordu ve dikkat etmediğim takdirde budala gibi gözükebilirdim!
"Ben kusursuzum! Asıl favori çapulcum nasıl?" Diye sordum. Biraz fazla mı kaçmıştı?
Merlin! Kendimden nefret etmemem mümkün bile değil..
Ne zaman Remus'un yanında konuşsam sanki kendimi küçük düşürmek için özel çaba harcıyormuşum gibiydi. Frank Longbottom bile Alice'in yanında bu kadar kendini rezil etmemişti ve güvenin bana, ilk başlarda ne zaman yanına gitse kekelemeye başlayıp stresten kaşlarını yolmak gibi bir alışkanlık edinmişti.
Her neyse, kendimi fazla aşağılamama gerek yok. Öncelikle, bunu annem benim yerime yeterince yapıyor. İkincisi, Remus'un yanında kendimi rezil etme eğilimim olsa da, unutulmaması gereken bir şey vardı ki hala çok güzeldim. Tılsım dersi tarihindeki!!!! gelmiş geçmiş en yetenekli öğrenciydim -Flitwick'in sözleri, benim değil-!!! Ve artık belki de kendimi fark ettirme vaktim gelmiştir!
Maalesef ya da iyi ki -bakış açınıza göre değişir- James Flaemont Potter değildim. Bunun iyi yanı, yani, nasıl anlatılır bilmiyorum fakat James Potter olmamamdı. Kötü yanıysa, hislerimi, spesifik olursak sevgimi ifade etmekte çok zorlanıyordum. Sadece Remus'a karşı bile değildi. Genel olarak benim için zor bir konuydu. James ise peynir der gibi "Evans saçların güneşten bile daha parlak!" " Zambağım, minik havucum, güneş gibi saçların varken ısınmak için tılsıma ihtiyacım bile yok, benimle bir ömür geçirmeye ne dersin?" Ve inanın bana ÇOK DAHA KORKUNÇ ama en azından karşısındaki kişiyi varlığından haberdar eder şekillerde sevgisini ifade ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STARK -Sirius Black Fanfiction-
Fanfiction[UYARI: bu hikaye okunduğunda aşırı kıkırdama/çığlık tepkileriyle sonuçlandığı için sessiz ortamlarda okunması önerilmez.] Gwendolyn Stark Hogwarts'taki altıncı yılını elinden geldiğince iyi ve gereksiz rahatsız edilmeler olmadan yaşamaya çalışmakta...