Bir genç kızın hayatı, ellerinden kayıp gitmiş, ne duyan olmuş, ne gören. kimi görmüş gücünden korkmuş. Kimi duymuş, 'bana ne' ile yetinmiş. Asırlar geçse de, insanlar geçip gitse de güçlüler kazanmaya güçsüzler ezilmeye mahkum kalmış. Boş verin, her şey adil olsaydı aşkta olmazdı zaten. O da bir adaletsizlik örneğiydi çünkü.
Kendimden hallice- Hatamı dansa kaldırdım.
Gecenin karanlığını, anlımdaki silahın griliğiyle aydınlanmıştı. Gözlerimi içimden getirdiğim şehadetimle açmıştım. Küçük bir kahkaha attım, alaycı bir kahkaha. "Köpeklerin olmadan bir halta yaramadığını anladım. Komik geldi." Dudakları sinirlendiğinin ispat eder gibi kıvrıldı. "Sakın kıpırdama, beni duyduğu belli etme." Serkan'ın sesiydi bu. Çok yakından, fısıltı gibi geliyordu. Ama nasıl olurdu. Üstümü incelerken. Montumun yakasında görünmeyecek kadar minik bir mikrofon fark ettim. "Beni sen yetiştirdin savcım, her zaman b planım vardır." Dudağımın kenarı gülümser gibi kıvrıldığında, ciddileştim. "Kafasına silah dayalı biri için fazla cesursun." Kurduğum cümlenin ağırlığını kaldıramadığı için silahla tehdit ediyordu beni. "Tetiği çekmek için neyi bekliyorsun?" Dedim. Ona yukardan bakmaya devam ederken. "Bu kadar istekli olduğunu bilseydim, daha önce çağırırdım seni." Gülümser gibi konuştuğunda. "Dosyayı yok ettiğini nereden bileceğim?" Dedim. Silahı yerine koydu. Korumanın silahını ensemde hissetim. Parmaklarıyla, arkasındaki korumaya işaret etti ve çok geçmeden dosyayı elinde buldu. "Kendin yırtabilirsin." Korumalar en sonunda geri çekildiğinde, bana uzatılan dosyayı alıp cebimdeki çakmakla yaktım.
"Kopyası olmadığını-" Derken sözüm bir silah sesiyle kesildi. Arkamdaki yere düşünce, Gölgenin gözündeki gözlüğü çıkardım. Korumalar yaklaşana kadar ilk yumruğu atmıştım bile. Serkan ve Arslan korumaları durdururken. Yere yatırdığım gölgeyi yumruklara boğuyordum. Her attığım yumrukta daha büyük kahkaha atıyordu. Bu adam psikopattı. Serkan gelip "Savcım, Yeter ölecek." Dediğini duyduğumda çıldırmış gibiydim. "Ya oğlum Polisler gelecek, bırakın şerefsizi masumken suçlu durumuna düşmeyelim." Arslan'ın bağrışlarını duyduğumda hala sakinleşemiyordum. "Nasıl yaptın lan bunu? 6 yaşındaki çocuğa nasıl kıydın lan sen? Hamile karımı nasıl acımadan öldürdün? Lan benim annemin ne suçu vardı lan?" Serkan ve Arslan beni Gölgenin üstünden alırken, hala bağırıyordum. Büyük bir çığlık atıp arkamı döndüm. O şerefsizi görmemem en iyisiydi. Yoksa taş üstünde taş bırakmayacaktım. Ağaçları izlerken, Serkan'ın bağrışlarıyla, tekrar öne döndüm. Gölge'nin üzerine çökmüş öldüresiye yumrukluyordu, Arslan gelip onu zorla kaldırana kadar. "Oğlum sana ne oluyor?" Dedi, Arslan. Ben tekrar ağaçları izlemeye döndüğümde, hala onları dinliyordum. "Öyle konuşunca kendimi tutamadım." Titreyen sesiyle konuşmaya çalışırken, içim yanıyordu. İçim kül oluyordu. Ben sadece duruyordum.
Ormana ateş düşmüş, aslan kral öylece izlemiş. Benim ormanıma ateş düşüren adama hiç bir şey yapamayışım gibi. Benim bunca olaydan sonra, tek damla gözyaşı dökmeyişim gibi. Aslında bu adamı burada öldürüp kurtulmak vardı ya. Ama ben onun işkence çekerek ölmesini istiyordum. En ağır ölümü onun yaşamasını istiyordum. Ve onun tek katili ben olmak istiyordum. Bu sefer gelen sirenler, Gölge için yanıp sönüyordu. Herkes evlerine dağıldığında. Giriş merdivenlerine oturdum. İçim yavaş yavaş soğuyordu Anka'ya karşı. Kardeşinin durumu, yaşadıkları ne bilim işte yavaş yavaş affediyordum onu. Ama bu içimdeki sesi susturmuyordu "O, SENİN AİLENİN KATİLİ." Yanıma oturan Anka, içimdeki seslerin hepsini tamamen susturmuştu. Elindeki iki kupadan birini uzattı.
"Teşekkür çayı." Gülümseyerek konuştuğunda, çayı kokladım. "Yoksa çay sevmez misin? İstersen hemen kahve yapabilirim." Dedi. Tatlı bir telaşla, bu telaşına gülümseyerek yanıtladım. "Çay sevilmez mi? Kokusu bile doyurur çayın." İlk defa oluruna bırakmıştım. Onunlayken, ilk defa içimden geldiği gibi davranıyordum. "Annenle babana ne oldu?" Dedim çayından aldığı yudumu bitirmesini beklerken. Yüzüme uzun uzun baktı. "Özel miydi? Sormamışım varsay." Dedim. Kendimi kötü hissetmiştim. Kupayı merdiven basamağına bırakıp, yıldızlara döndü. "Annem, Öykü duyma, konuşma duyusunu kaybedince psikolojik sorunlar yaşamaya başladı." Duraksadı anlatmaya nefesi yetmiyor gibiydi kesik kesik konuşuyordu. "Eğer anlatmak istemiyorsan, sorun değil." Ellerine ellerimi koyduğumda, titreyen sesiyle devam etti.
"Babam-" dedi bu seferki cümlesi bitiremeyecek kadar acıydı. Zümrüt yeşili gözlerinin kızarmasından belliydi. "Annemi öldürdüğü için hapiste." Cümlesi içimi o kadar yakmıştı ki. Bu kızın bu kadar acı çekmiş olması benim, kendimden nefret etmeme neden olmuştu. Kafasını yavaşça omzuma yatırdım, Ellerimle yanaklarını temizledim. "Ben aslında bu kadar sulu gözlü biri değilim. Yani hep sana denk geldi." Omzumdan kalkıp gözlerini silmesini izledim. "Sana çok özeniyorum biliyor musun? Ben yaklaşık 1 senedir ne yaşarsam yaşayayım ağlayamıyorum." Dedim gözlerimi gözlerine dikmiş bir şekilde. "Sana ağlamayı yeniden öğretmek isterdim." Beklemediğim bir anda dizlerime kafasını koyduğunda. Bu kadar çabuk moralinin düzelmesi beni şaşırtıyordu. "Şu yıldız, alborasa." Dedi parmaklarıyla bir yıldızı gösterirken. Attığım kahkahadan sonra, "çok aradın mı bu ismi? " Sorum mantıklı bir cevap vermesini beklemiyordum zaten, cevapta beklemiyordum. "Aslında, bir kuş cinsinin ismini koymuştum. Sonra onu unutunca aklımda kalanı koydum." Gülmeye devam ederken, "Albatros." Dedim dizimden kalkıp yanıma oturdu. "Biliyorsun demek. Ama bence alborasa daha çok yakıştı." Dedi bu hallerine kahkahalar atarken, konuşamıyordum bile.
Hayat ona yapmadığını bırakmamış ama o hala mutlu, hala umudu var. Hala küçük bir çocuk gibi. Yada hala çocuk. Hiç büyümemiş. Garipti. Eskiden ona böyle davranınca içim acırdı. Şimdi ise yanında mutluyum, Vicdanımla cebelleşmiyorum.
Eve geldiğimde, Serkan çoktan uyumuştu. Odasına girip üstüne yorganını örtüm. Her zaman açık yatar, sabah uyanınca da belim tutuldu diye hır çıkarırdı. Ucundan sıyırtmış gibiydi Serkan, ama seviyordum. Zaten hangimiz sıyırtmamıştık ki. Simsiyah örtülü yatağıma usulca uzandım. kapanan gözlerimle, aklıma Anka'nın yüzü geldi. Uykuya dalmam çok uzun sürmemişti.
15 yıl önce*-
"Serkan, ben okuldan çıktım koçum havuza geçiyorum şimdi." Mirza, yürürken bir yandan da telefon ile konuşuyordu. "Abi gerek var mıydı?" Dedi telefondaki sese. "Vardı, yani bakalım birazda para kazanmanın zorluklarını öğrenelim." Uçuşan kravatı bir yüzüne yapışırken, asla duruşunu bozmuyordu. "Şimdi bildiğin, yüzme havuzunun içini temizleyeceksin." Serkan inanmayan ses tonuyla konuşmuştu. "Oğlum ben sana bunu 500 kez açıklamadım mı?" Mirza çileden çıkmış bir halde. "Tamam ya hemen kızıyorsun sende, neyse hadi görüşürüz benim dersim başlamak üzere." Cevap vermeden telefonu yüzüne kapattı. Şaşkın bir halde ekrana bakarken. "Bunda bir şey varda, çıkar yakında kokusu." Kendi kendine konuşup yoluna devam etti.
Kapıdaki görevliyle konuşup iş tulumlarından birini hızlıca üzerine geçirdi. Büyük ama içi boş olan havuza elindeki temizlik ilaçlarını döktü. Çoğunun ne anlama geldiğini, ne işe yaradığını bile bilmiyordu. Masmavi havuzun içine boşalttıktan sonra eline köşede duran fırçayı aldı ve havuzu fırçalamaya başladı. "Kolay gelsin." Esra'nın sesini duyunca, yüreği de bedenide olduğu yerde zıpladı. Esra havuzun kenarına oturmuş, pileli siyah eteği ile onu izliyordu. "Kolaysa başınıza gelsin efendim." Ona yaklaşarak konuştuğunda, havuzun içine atladı Esra. Mirza'nın elindeki paspası alıp "gelsin bakalım" dedi. Mirza yüzündeki kocaman sırıtışla onu izlerken, "Ne yapıyorsun üstün kirlenecek." Mirza'ya bakıp gülümsediğinde, "kirlensin." Mirza eline diğer fırçayı alıp, Onun arkasından fırçalamaya devam ederken, "kim söyledi burada olduğumu?" Dedi, sesi yankılanıyordu. "Meslek sırrı." Küçük gülümsemeyle olduğu yere oturdu. "Vay meslek sırrı demek." Dedi ve yanına oturdu Mirza. "Mesleğin adı da Serkan mı?" Dedi Mirza. parmağıyla, Esra'nın burnuna köpük sürerken. "Yuh ama ya ne ara ispiyonladı." Dedi, burnunu temizlerken. "Şey aslında tahmin ettim." Mirza'nın cümlesi biter bitmez büyük bir kahkaha attı. "Büyük patladım demi?" En masum ses tonuyla sorarken, "yani birazcık patladın gibi." Dedi, Mirza.
"Ben seni daha fazla oylamayayım." Dedi, Esra ayağa kalkarken. "İstersen çıkışta bir yemek yeriz. Tabi işin yoksa?" Mirza en ikna edici bakışlarını kullanarak konuştuğunda. "Olur sen işini hallet, ben seni dışarda beklerim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Ayyaş Masalı
Mystery / ThrillerMasallar; Göz kapaklarının, gözlerini örttüğü vakit, hayal ettiğin kadardır. Onun yokluğu ile başlayan bu masal, onun var oluşuyla son bulacaktı belki de. Kraliçe öldü, prens öldü, kralın babası, annesi öldü. Artık ne imparatorluk vardı, ne de bir k...