"Gelmeyeceğini bilerek beklemek nasıl bir histir bilir misiniz hanımefendi?" Gözleri, Yıldızları izliyor, kafası soğuk duvara yaslı. "Bilirim." Hanımefendi, küçük gülümsemesiyle konuştu. İçmese de en ayık ayyaşımız, Büyük acısız bir kahkaha attıktan sonra, "Peki. Siz hiç beklediğinizin yüzünü unuttunuz mu? Emin olun daha acı verici bir şey yok." Yüzünü emin olmuş gibi yukarı aşağı salladı.
Tuğkan-Aylar Olmuş
Bir terasın bilinmeyen bir köşesinde, Unuttuğum yüzü yıldızlara çizmeye çalışıyorum, Kulağımdaki kulaklık, aylar sonra ilk defa şarkı dinliyorum. "O günlerde cebime koyduğum bir kaç nefesle yaşıyorum." Karanlıkta kaybolduğum sırada, boynumdaki kolyeyi aldım, Dudaklarıma götürdüm. Esra'nın parfümünden sıkmıştım fakat onun kokusu değildi. Onun gibi kokmuyordu. Dudağımdan ayırmadan gökyüzüne döndüm. "Sen gibi kokmuyor Esra'm." fısıltım, rüzgarla kesildi. "Sen gideli aylar olmuş, ben bir kaç günü uyanıktım." Dudağımdan düşen kolye ile aynı anda, bu cümle kalbimin daha hızlı atmasına sebep olmuştu. Ayaklarımı aşağı doğru sarktım. Yer kilometrelerce uzaktaydı. Uçurumların birleşmesiyle oluşmuş, gökdelen. Koca şehrin mezar taşları. Uçurumlar kadar yüksekti belki. Fakat uçurumlar; denizlere, mavilere açılırdı. Gökdelenler ise karanlığa, gözyaşına ölen bir dünyanın cenazesine açılırdı.
Omzumda hissettiğim sıcaklık ile irkildim. Kafasındaki şapkayı indirip karşımdaki duvara yaslandı. Kırmızıya dönmüş, ağlamaktan mı? yorgunluktan mı bilinmeyen gözleri ile beni süzerken, "Huzur verir. Karanlık, karamsarlık, hepsini alır götürür burada yıldızları izlemek." Gülümsedim. "Atlamaya kalksam, beni tutar mı yıldızlar?" Gözlerim onun kirpiklerinin ıslaklığını hisseder gibi bakıyordu. "Ne gerek var atlamaya, al çiz içinden geleni." Anka, çantasından 2-3 tane sprey boya çıkarıp bana uzattı. "Karamsarlıklar, ancak renklerle açılır. Diyorsun" Elindeki spreyleri alıp karşı duvara geçtim.
"Ne çok insan vardı aslında, ne az insan vardı ağladığımda."
Kocaman harflerle, kırmızı, kan rengi ile Yazdığımda. Eline beyaz spreyi aldı Anka. Tam altına.
"Ne de olsa kırık olan güvenimizdi. İnsanlığımız sadece çıkıktı."
Gülümseyerek duvarın karmaşıklığına baktım. Bir kaç saniye önce nefesimin kesilmesi için dua eden ben, şimdi yanımda siyahlar içindeki kadının, Anka'nın yüzümü güldürmesiyle ona takılı kaldım. Sanki hep aynı şarkıyı çalan plak gibi, şarkının nakaratı gözleriydi. Ben o yeşil gözlerden kendimi alamıyordum. "Mirza." Dedi sesi pürüzlü, endişeli gibi çıkmıştı. "Sen iyi misin? Yani durgunsun, hep bir ağlamak ister gibisin." Dedi. Sanki iyi gelmek ister gibi. "Eskilerden, her yanı kırık bir hikaye, belki zamanı geldiğinde dinlersin." Başını olumlu şekilde salladı. "Eve dönelim mi artık?" Dedim kulaklığımın tekini tekrar kulağıma takarken. "Olur." Dedi ve her yanı siyah olan çantayı alıp omzuna attı.
25 katlı binanın, İsli merdivenlerinden inerken, ne konuşuyor, ne de susuyorduk. Bizim suskunluklarımız, çığlıklar kadar can yakıyordu. "Ne dinliyorsun?" Ben cevap vermeye hazırlanırken, kulaklığın tekini kulağına taktı. "Cem Adrian." Dedi gülümseyerek, "biliyorsun demek." Dedim yüzümde gülümsemeler açarken. "Büyük fanıyım." Dedi coşkulu bir şekilde. Saçlarını geri savarken, "Geçmiş değil, bu gün gibi." Diye bağırmaya başladı. Gecenin 2'sinde bağırarak şarkıya eşlik ediyordu. Bende ona katıldım, iki sarhoş gibi görünüyorduk, Ama bu eğlenceliydi. "Yaşıyorum hala seni." Hala şarkıyı bağıra bağıra söylerken, arkamızdan bir amcanın "Uykumu böldünüz Şerefsizler." Diye bağırmasıyla koşmaya başladık, nefesimiz kesilene kadar koştuk, kalbimiz durana kadar. "Buraya gelin lan." Amca peşimizden koşmaya başladığını fark ettik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Ayyaş Masalı
Bí ẩn / Giật gânMasallar; Göz kapaklarının, gözlerini örttüğü vakit, hayal ettiğin kadardır. Onun yokluğu ile başlayan bu masal, onun var oluşuyla son bulacaktı belki de. Kraliçe öldü, prens öldü, kralın babası, annesi öldü. Artık ne imparatorluk vardı, ne de bir k...