- "Emma Flowart !" diye bağırdı orta yaşlı öğretmen. Emma, öğretmenin dediklerini duyamıyacak kadar yorgun ve rüyaperestti. Genç yaşta nasırlaşmış ellerinin ve aşırı yükten dolayı zorlanmış dizlerinin acısını bu şekilde unutabiliyordu. Uyurken ne kadar masum olduğunu fark edemeyecek kadar kör olan Bayan Watson boşuna taktığı gözlüklerini çıkarıp Emma'nın sırasına doğru yöneldi. Az sonra olacaklardan habersizce uyuyan masum Emma, belkide hiçbir zaman gerçekleşmiyecek hayallerini kurmaktan dolayı mutlu görünüyordu fakat o da uzun sürmeyecekti. Adımlarını hızlandırırken Emma'nın yumuşak kulak memesine giden elleri kasıldı ve sert bir şekilde sündürdü. Neye uğradığını şaşıran Emma, Bayan Watson'un kulak memesine batan tırnaklarının ağrısıyla olduğu yerde sıçradı ve gözleri doldu.
-"Uyan seni küçük sıçan!" Bayan Watson kulak memesinden tuttuğu Emma'yı John Milton'un "Kaybolmuş Cennet" adlı eserinden alıntı sözlerin yazılı olduğu tahtanın önüne sürükledi.
-"Tek ayağının üzerinde dur belki o zaman dersimde uyumaman gerektiğini anlarsın Emma!". Yetimhanenin patates çuvallarını taşımaktan dolayı dizlerini zorladığı için Emma'ya bu ceza fevkalade acımasızcaydı. Ama hiçbir şey demeden öğretmeni Bayan Watson'un dediğini yaptı. Çünkü o bir yetimdi ve Bayan Watson'un ona uygulayacağı bir fiziksel acıyı daha kaldırabilecek durumda değildi. Buna rağmen yaşlı gözlerini kırpmadan tek ayağının üzerinde durdu. Gözlerini kırpsa ağlayacaktı fakat ağlamayı sevmezdi. Güçlü bir genç kız olmak için mücadele veriyordu. Ama bu mücadeleyi göz yaşları kazandı. Özgürlüğünü kazanmış bir at gibi dört nala doğru kırmızı dudaklarının yanından akıp gitti. Bunun nedeni arka sırada ona acımasızca gülen akranlarıydı. Bu çok ağır gelmişti. Onun ne zorluklarla çalıştığını belki de bilmiyorlardı. Emma'nın gururuna dokundu bu hareket. Ve artık durduramıyordu gözyaşlarını. Hıçkırıklarıyla beraber yanaklarından süzülen yaşlar Bayan Watsonun sinirlenmesine sebep oldu. -"Kes sesini!" Bayan Watson'un bu sözünden sonra okul görevlisi kilise çanlarını andıran zili çaldı. Okul günü bitmişti. Zilin sesini duyan Emma'nın titreyen dizleri paydos vermişti. Emma olduğu yerde yığıldı. Emma'nın bu halini gözlerini kırpmadan izleyen Bayan Watson Emma'nın önünden ses çıkaran topuklu ayakkabısıyla geçti. Artık hoşlandığı öğretmen Bay Colin'e bacaklarını teşhis eden eteğini gösterebilirdi. Hisleri ve kalbi olmayan bir kadının bir adamı etkilemek için kadınlığını kullanması pekala tek tabancasıydı. Dizlerinin acısıyla olduğu yerde ağlıyordu masum Emma. Mavi gözleri kızardı. O kadar sesli ağlıyordu ki onunla dalga geçen arkadaşlarının sesini duymadı. İyi ki de duymadı. Ayağı kalkacak gücü kendinde buldu ve altın sarısı saçlarını geriye attı. Karşısında ona anlamsız gözlerle bakan Ian'ı gördü. Ian Emma'nın yetimhanesinin erkek bölümünde kalan bir çocuktu. Kumral uzun saçları ve mavi gözleriyle adeta Emma'nın beğenisini yetimhaneye ilk geldiği gün kazanmıştı.
-"Dizlerin titriyor." derken gözlerinde acıyan bir ifade vardı. Emma bu acıyan gözlere pay çıkartmazdı. -"Hayır titremiyor"-"Titrediğini görüyorum Emma, benden neden saklamaya çalışıyorsun ben senle alay etmem."
Emma, Ian'ın gözlerinde ki samimiyeti gördü. Ve tekrar ağlama isteğiyle gözlerine batan gözyaşlarını elleriyle silip engelledi. Onun bu halini gören Ian kendisinin asla görmediği sevgi ve şefkati Emma'ya gösterme isteğiyle doldu. Belki de Emma'da ondan hoşlanıyordu ve karşılıklı sevginin varlığı yeni bir aşka yelken açabilirdi. Masum bir aşka... Ellerini Emma'nın elleriyle kavuşturdu,
-"Sen güçlü bir kızsın Emma. Birgün bunların hepsi sona erecek ve ozamana kadar ben senin yanında olacağım." Bu sözler Emma'da daha çok ağlama isteği uyandırsada Ian'ın ellerini tutmasının verdiği heyecan ağır bastı ve kalbi olağanca hızıyla atmaya başladı. Ellerini hızlıca çekti ve sıcak bir gülümseme bıraktı. Ian'da aynı samimiyetle Emma'ya gülümsedi. Ve birlikte dışarı çıktılar. Emma at arabalarını ve onun içindeki üst kesim insanları izliyordu. Ama nedense arabanın içinde değil atın üstünde olmak ona daha cazip geliyordu. Yanlız kaldığında yetimhanenin bahçeye açılan kapısından kimseye görünmeden portakal ağaçlarının arasına saklanır ve yeşillikleri izlerdi. Ian tek kelime etmeden Emma'yı izliyordu Emma bunu farketsede Ian'a bakmıyordu. Ve Ian'ın ağzından beklemediği bir cümle çıktı
-"Çok güzelsin." Emma bu cümle karşısında biraz afallasada gülümseyip "Sende öyle" demekle yetindi. Ve sonra bu söylediğinin saçma olduğu kanısına varıp "Yani yakışıklısın" diye düzeltti. 12 yaşında bir genç olmasına rağmen iletişim konusunda o kadar iyi olduğu söylenemezdi. Daha çok sessizliği severdi. Utangaç bir kız olsa da bunları saklamaya çalışma çabası işe yaramıyordu. Çünkü utandığında kıpkırmızı olan iki tane yanağa sahipti. Ve bu ona ayrı bi güzellik katıyordu. Pazarın arasından geçerken Ian, Emmadan bir kaç adım öne doğru atıldı ve elma tezgahından şapkasına iki tane elma attı. Şapkayı tekrar taktıktan sonra Emma'nın yanına geldi.
-"Ian bir gün yakalanırsan ben seni tanımıyor olacağım bunu biliyorsun değil mi ? " Ian gülümsedi ve şapkasını çıkartıp içindeki elmalardan birini Emma'ya doğru uzattı.
-"Buyrun Madam" Emma'yı gülümsetmişti. Ve işte o ifadeyi görebilmesi için bir araba dolusu elmayı aşırması gerekseydi yapardı. Emma yaptığının ne kadar yanlış bişey olduğunu bilsede teklifini çevirmemişti. Çünki karnı açtı. Yetimhaneye geldiklerinde. Madam Katia'nın sert bakışlarıyla karşılaştı. Pazardan geçmek için reddettikleri kestirme yolun kaybettirdiği zamanın acısını, Madam Katia tarafından yiyeceği papara karşılayacaktı. Ian'la vedalaşamadan hızlı adımlarla içeriye giren Emma'nın son gördüğü Ian'ın dokuz parmağını göstermesiydi. Bunun anlamını biliyordu. Yetimhanenin beyaza boyanmış kapısından içeri girdi. Yetimhane eskiydi. Dışı krem rengiydi, ve pembe pencere parmaklıkları vardı. Ne kadar şirin olsada bu ürkütücüydü. Kış ayı olduğu için hava kapalıydı. Ve bu daha ürkütücü olmasına neden oluyordu. Madam Katia geç kaldığı için Emma'ya bağırdı ve doğru patatesleri soyması için mutfağa doğru itti. Emma dizlerinin vermiş olduğu ağrıyı hatırladı. Ve mutfaktaki patatesleri soymaya başladı. Mutfakta onla birlikte sekiz yetim kız ve 4 aşçı çalışıyordu. Obür kızların farklı işleri vardı. Kimileri çamaşır yıkar. Kimileri temizlik yapardı. Madam Katia'yı sinirlendirecek olurlarsa zaten silinmiş olan yerleri tekrardan sildireceğini herkez bilir ve kimse karşı gelemezdi. Hergün patates yemeği yerlerdi. Sadece hafta sonları kabak ve çorba vardı. Emma kesik dolu eline baktı. Kolunu sıyırdı ve yetimhane görevlisi Frank'in kolunda bıraktığı izlerin hala geçmediğini farketti. Sonunda Frank zili çaldı ve herkez yetimhaneye gelmeye başladı. Emma'nın pek arkadaşı yoktu. Yalnız kalmayı tercih etmişti. Çünkü onu anlayan birinin olmadığını düşünüyordu. Sadece yatağını paylaştığı Mia'yla konuşuyordu. Yemeği yedikten sonra yatakhaneye geçmek için koridorda ilerledi. Köşeyi döndüğünde karşısında yirmiüç dişiyle sırıtan Frank'i gördü. Frank ellili yaşlarda yetimhanenin ticari işlerinden sorumlu bir adamdı beyaz saçı ve sakalıyla çirkinliğin beden bulmuş haliydi. Karanlık bakışlarının altında Emma'nın kanını donduran bir niyet vardı.
-"Naber güzelim" Emma korkuyordu ve cevap vermeyip yanından geçmeyi denesede Frank'in güçlü parmakları engel oldu ve Emma'yı kendine çekti.
-"Nereye gitmeye çalışıyosun güzelim patatesler gibi beni de soymaya ne dersin?"
Emma karşı koymaya çalışsada Frank'in erkekliğine bastırdığı bedenine karşı gelemiyordu. Frank, Emma'nın boynunu öpmek için eğildiği sırada Emma tırnaklarını yüzüne geçirdi. Düz kırmızı bir çizgi halinde yüzünde oluşan iz Frank'i kızdırmıştı. Ve Emma'ya gücünün sınırlarını zorluyacak derecede acımasızca bir tokat geçirdi. Ve Emma'nın eteğini sıyırmaya yeltendi. O sırada Madam Katia'nın soğuk bakışlarıyla karşılaştığı için bu eyleminden vazgeçti. Hızla Emma'nın yanından uzaklaştı. Gözleri dolan Emma olayın şokunu atlatmaya çalışıyordu.
-"Yatakhaneye git Emma"
Emma bu komut üzerine hıçkırarak ağlama isteğiyle doldu ve yatakhanenin yolunu tuttu. Yatağa kendini atıp uyumak istiyordu. Tek düşündüğü buydu. Ve ağlamaya başladı. Dünyanın bu kadar acımasız olması onun canını yakıyordu. Oysa ona öğretilenden farklı bir hayat yaşıyordu. Eski mutlu yıllarını aratan bir hayat. Emma bir yol gibi çenesine akan gözyaşlarını silemeden uyuyakalmıştı. Uyumayı seviyordu. Sadece uyuyunca uyanıyordu kabusundan. Unutuyordu yaşananları ve birazda olsa kendi aydınlığında varoluyordu. Kendi istediği ve hayal ettiği şeyler doğrultusunda istediğini yaşıyordu zavallı Emma. Hayal kurmayı o kadar çok seviyordu ki saatin kaç olduğu bile aklına gelmemişti. Ian yatakhanenin penceresinden karşıyı izliyordu. Ama pencerede kimse belirmemişti. Emma'nın ayazda parlayan saçları aklına geldikçe. Geleceğinin verdiği umutla daha çok bekleme isteğiyle doluyordu. Ama karşı pencerede kimse yoktu. Bütün gün bunun için saatin dokuzunu beklemişti. Saatlerce süren bir bekleyişten sonra pes edip yatağına döndü. Moreli bozulmuş bir şekilde Emma'yı gözünde canlandırdı. Ne kadar sinirlensede Emma'nın yüzünü bile hayal etmesi sinirinin yatışmasına sebep oluyordu.
Emma'nın ona karşı hiçbir duygu beslememesi düşüncesi kafasında belirdi. Oysa bilmiyordu aşık olduğu kız şuan rüyasında onunla birlikte yeşillikleri seyrediyordu.Arkadaşlar merhaba öncelikle bu benim ilk hikayem ve hikayem paranormal bir şekilde devam edicektir. Yani şimdiye kadar normal bir hikaye gibi görünsede Reenkarnasyon olayı üzerine yazdım yorumlar yaparak eleştirin lütfen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mezarıma Geleceğim
ParanormalOnu gördüm. Büyümüştü, ama hiç değişmemişti. Aynı maviler ve aynı dudak. Kaşlarını çatışı, gözlerini kırpması bile aynıydı. Dünya üzerinde bu kadar güzel bir hırsız olabilirmiydi.