bu yüzü veya benzerini hiçbir yerde, hiçbir zamanda görmediğimi ilk andan itaberen bilmeme rağmen, onunla aramızda bir tanışıklık varmış gibi bir hisse kapıldım. bu soluk yüz, bu siyah kaşlar ve onların altındaki koyu kahve gözlerle birlikte biraz daha aşağıdaki bulunan küçük ben; bu uzun siyah saçlar ve asıl, masumluk ile iradeyi, sonsuz bir melal ile kuvvetli bir şahsiyeti birleştiren bu ifade, bana asla yabancı olamazdı. ben, benden sadece bir iki yaş küçük gözüken bu adamı yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. o benim hayalimdeki bütün insanların birleşmiş haliydi. giydiği, oldukça pahalı duran kıyafetin içinde, gölgede kalmasına rağmen donuk beyaz rengi belli olan küçük bir boyun parçası, bunun üzerinde hafifçe sola dönmüş, oval bir insan yüzü vardı. koyu kahve gözleri anlaşılmaz, ne düşündüğü ya da bir şey düşünüp düşünmediği belli olmayan yüz ifadesiyle bir yere bakıyor, adeta bulamayacağından emin olduğu bir şeyi son bir ümitle aramak istiyordu. buna rağmen bakışındaki hüzün biraz da istiğna ile karışıktı. açıklayamayacağım bu istiğna ifadesi, biraz dolgun ve alttakisi daha irice olan dudaklarında tamamen açık bir hal alıyordu. göz kapakları hafifçe şişti. kaşları ne pek kalın ne pek inceydi; siyah uzun saçları, köşeli ve biraz geniş alnını çevreleyerek uzanıyorlar ve boynuna temas ediyordular. çenesi hafifçe ovaldi. ince uzun ve kanatları bile kusursuz görünen bir burnu vardı.
adeta ellerim titreyerek kataloğu karıştırdım. bu tablo hakkında orada bilgi bulacağımı umuyordum. sonlara doğru, sayfanın alt tarafında, tablonun numarasının hizasında şu iki kelimeyi okudum: Hwang Hyunjin. başka hiçbir şey yoktu. ressamın sergide yalnız tek bir eseri, kendi portresi bulunduğu anlaşılıyordu. bundan biraz da memnun oldum. bu harikulade resmi yapan insanın başka tablolarının, üzerimde bu kadar büyük bir etki bırakmayacağını, hatta belki de ilk hayranlığımı azaltacağını düşünerek korkuyordum. geç vakte kadar içeride kaldım. ara sıra dolaşıyor, görmeyen gözlerle diğer tablolara bakıyor ve sonra çabucak aynı yere dönerek uzun müddet seyrediyordum. her defasında yüzünde yeni ifadeler, gitgide kendini belli eden bir hayat görür gibiydim. aşağıya doğru bakan gözlerin gizlice beni süzdüğünü, dudakların hafifçe kıpırdadığını zannediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
for the first time, hyunho
Short Storyhayatı sanat olan Lee Minho, gittiği sergide gördüğü portredeki uzun siyah nazik saç tellerine ve kalın geniş toz pembe dudaklara sahip olan adama, Hwang Hyunjin'e aşık olmuştu.