daha ortalık aydınlanmadan uyanmıştım. başım ağrıyordu. lambayı yakarak bir şeyler okumaya çalıştım. satırlar gözlerimin önünden siliniyor ve beyaz sayfaların ortasında, sisler içinde, benim zavallılığıma sessiz ve içten kahkahalarla gülen iki kahve göz beliriyordu. dün akşam gözlerime sadece bir hayal göründüğünü bildiğim halde sakinleşemiyordum. kalkıp giyinerek sokağa çıktım. soğuk ve rütübetli bir sabahtı. sokaklarda benim dışımda hiçkimseler yoktu.
akşam olup ortalık kararınca içime sebepsiz bir hüzün çöktü. hotelde bayan lee ile karşılaşmamak için işten çıkıp dışarıda yemeye karar verdim ve önüme getirilen iki büyük kadeh içkiyide içtim. fakat bütün gayretime rağmen gündüzki iyiliğim geri gelmiyordu. kalbimin etrafında ara vermeden sürekli sıkışıp ezilen bir şey var gibiydi. açık havada dolaşırsam bu fena ruh halinden kurtulacağını ümit ederek aceleyle hesabı ödedim. dışarıda ince bir yağmur yağıyordu ve gökyüzü kapalıydı. şehrin bol ışıklarının kızıl aksini tepemizdeki alçak bulutlarda seyretmek mümkündü.
caddenin iki tarafı eğlence yerleri, sinemalar, mağazalarla kaplıydı. kaldırımlarda, yağmura rağmen hiç istiflerini bozmayan insanlar geziniyorlardı. manasız ve birbiriyle alakası olmayan birtakım şeyler düşünerek ağır ağır yürüyordum. sanki kafama gelmekte ısrar eden bir fikri uzaklaştırmak istiyordum.
her tabelayı okuyor, her ışık reklamını inceliyordum. kilometrelerce uzayan bu caddede böylece birkaç kere gidip geldim.
sonra sağa saparak başka bir caddeye doğru yürüdüm. burada adı belli olmayan bir mağazanın önündeki kaldırımlarda üstünde şık kıyafetler olan bir grup insan, gelip geçenlere davet eden gözlerle bakıyorlardı. saatime baktım, on biri geçiyordu. demek vakit bu kadar ilerlemişti. adımlarım birdenbire süratlendi. bu sefer nereye gittiğimi gayet iyi biliyordum. dün akşam Hwang Hyunjin'e tam bu sıralarda karşılaştığım yere gidiyordum. meydan boştu. karşıya gelen sokağa girdim ve bir gece evvel bayan lee ile sarmaş dolaş durduğumuz yere geldim.
sanki aradığım insan birdenbire belirecekmiş gibi gözlerimi ilerideki elektrik direğinin etrafına diktim. dün akşam gördüğümün bir hayal, sarhoş kafamın bir ürünü olduğunu kendime bu kadar inandırdığım halde işte şimdi burada onu, o adamı, belki de o hayali bekliyordum. ve bu sırada saatlerdir üstümde duran takım elbise beni daha çok darlıyordu. sabahtan beri kurduğum binanın yerinde yeller esiyordu. ben gene eskisi gibi dünyadan uzak ve daima tasavvurlarımın ve iç dünyamın bir oyuncağıydım.
tam bu sırada meydanın ortasından geçip bulunduğum sokağa doğru gelen bir insan gördüm. oradaki evlerden birinin kapı aralığına gizlenerek beklemeye başladım. başımı uzatıp baktığım zaman, kısa ve sert adımlarla bu tarafa yaklaşan mavi ceketli adamı tanıdım. bu sefer yanılmama imkân yoktu. sarhoş değildim. kalbim ufalanıyormuş gibi ağrımaya ve müthiş bir süratle çarpmaya başladı.
ayak sesleri adamakıllı yaklaşmıştı. sokağa sırtımı vererek, kapı ile oynuyordum. güya açıp içeri gircekmiş gibi tavır almış ve eğilmiştim. ayak sesleri tam arkama gelince düşmek ve küçük bir feryat koparmamak için büyük bir gayret sarf ettim ve yanı başımdaki duvarı tuttum. o yoluna devam etti, ben olduğum yerden çıkarak, onu tekrar gözden kaybetmek korkusuyla, pek yakından takibe başladım. yüzünü görmemiştim. onunla karşılaşmaktan bu kadar korktuğum halde şimdi beş altı adım arkasından yürüyordum ve o bunu fark etmemiş gözüküyordu.
hiç eksilmeyen bir çarpıntı ile arkasından gidiyor ve birdenbire geriye bakıp beni görmesi ihtimalini düşündükçe daha çok heyecanlanıyordum... başım önümde, asfalt kaldırımdan başka hiçbir şey görmeden, ayak seslerini takip ederek yürüyordum.
birdenbire sesler kesildi. olduğum yerde kaldım. başımı daha çok eğerek bir mahkûm gibi bekledim. kimse bana yaklaşmadı, kimse: "neden arkamdan geliyorsun?" demedi. ancak birkaç saniye sonra, bulunduğum yerin caddenin diğer kısımlarından daha aydınlık olduğunu fark ettim.
yavaşça gözlerimi kaldırdım ve onu gözümün önünde göremedim. fakat sonradan birkaç adım ileride kapısı elektrikli ışıklarla aydınlanmış köşk gibi bir binaya girmek üzereyken gördüm. adımlarımı hızlandırıp ona daha fazla yakınlaştım ve onunla beraber içeriye giriş yaptım. girişte ki görevliler sanırım beni onun yakını olduğumu sandıkları için hiç tereddüt etmeden girmeme izin verdiler.
gözlerimi tekrardan onu aramak için getirdiğimde bir baloya geldiğimizi anlamıştım. çalınan klasik müzik, bir o kadar rahatlatıcı ve bir o kadar rahatsız ediciydi. her yere bakınmama rağmen hala görememiştim onu. arka taraflarda, görünmeyen masalarda birinde olmalıydı. etrafıma acı acı güldüğümü hissettim. insanlara olduklarından başka gözlerle bakmakta ısrar edişime içerliyordum.
salonun tam ortasına gelmek üzereyken omuzumda hissettiğim bir elle hızlıca arkama döndüm ve bana tebessüm eden bir yüzle karşılaştım. ilk başta bu tebessüm eden yüzü çıkaramamış olsamda sonradan onun eski okul arkadaşlarımdan biri olduğunu anlamıştım. aynı şekilde ona geçte olsa bir tebessümle karşılık verdim ve uzunca bir süre ortada sohbet ettikten sonra beni kolumdan olduğu masaya doğru çekiştirdi. masadaki bir iki arkadaşıyla tanıştırırken çokta oraya odaklandığımı söyleyemem. hâlâ gözlerimle onu, Hwang Hyunjin'i arıyordum.
uzun bir müddet bakınmama rağmen hâlâ mavi takım elbiseli adamı görememiştim. üzüntülü bir tereddüde düştüm. acaba bu akşam da yanlış mı görmüştüm? öyle uzun saçlara, mavi cekete sonuçta sadece o sahip değildi. zaten yüzünü de görmemiştim. bir akşam evvel sarhoş halimde, alaycı bir tebessümle bana gözlerini diken bir adamı yürüyüşünden tanımama imkân var mıydı? dün akşam onu sahiden görmüş müydüm? yoksa her şey, bu sabahtan beri yorumladığım gibi bir hayalden mi ibaretti?
kendimden korkmaya başladım. bana ne oluyordu? bir tablonun bu kadar etkisi altında kalmak... sonra oradaki adamın gece vakti karşıma çıktığını zannetmek, sonra ayak seslerine ve üstündekilerine göde karar vererek rastgele bir adamın peşine düşmek... hemen çıkıp gitmekten ve kendimi sıkı bir kontrol altına almaktan başka çare yoktu.
tam bu sırada salondaki tüm kalabalığın sesi durdu, sadece nefes alıp verme sesleri duyulmaya başladı. hemen ardından arkadaki müziğin yerine daha tanıdık fakat çıkaramadığım bir şarkının melodisi çalınmaya başladı. salonun ortasında dans edilmek için bırakılan yer bomboştu. muhtemelen herkes birinin ya da birilerinin oraya çıkmasını bekliyordu.
başımı masaya doğru döndürdüğümde bana çevrilmiş ve sanki o boş bırakılan yere çıkıp dans edeceğim kişiyi beklememi söyleyen üç yüz vardı. onlara cevap olarak yapmayacağımı belirtecek şekilde başımı salladım ve çıkışa doğru adımlarımı atacakken kollarımdan aldığım darbeyle kendimi tam salonun ortasında, herkesin gözleri ben de olucak şekilde buldum.
yanıma yaklaşan birinin olduğunu hissedince büyük bir telaşa düştüm. yaklaşan kişinin o olduğunu farkedince daha da büyük bir telaş içine düştüm. ona nasıl bakacağımı, ne yapacağımı bilmiyordum. sonra bu halime farkında olmadan güldüm ve bu, onun kalın dudaklarında oluşan minik tebessümden hoşuna gitmiş gibi duruyordu. dün gece yarısı karanlık bir sokakta gördüğü adamı tanımasına imkân var mıydı?
başımın dik olmasına rağmen onun belini dolamış ince kemeri görebiliyordum. sıradan bir kemerin sıradan bir belde bu kadar güzel durması fazlasıyla garip değil miydi?
bir süre daha öylece gözlerimizi kaçırarak -ya da sadece ben kaçırıyordum- bakıştıktan sonra, bacaklarımın yanında duran sabit ellerimin hareketlendiğini, parmaklarımın arasında uzun, ince ve sıcak parmakları hissettim. ben sıcak teninin verdiği histe kaybolurken o, üstünde bol kalan ceketle beyaz gömleğinin içindeki bedenini hareketlendirmeye başlamıştı. ben de farkında olmadan ona ayak uyduruyordum.
şarkı hâlâ bitmemişti, sanki o da bizim saatlerce burada dans etmemizi ister gibiydi. bunu ben de istiyordum. aniden gelen bir özgüvenle bir elimin parmaklarını onunkilerden kurtardım ve bileğine sarıp elini omzuma yerleştirdim. ben de boş kalan elimi onun beline koydum ve bakışlarımı hiç utanmadan gözlerine kilitledim. iki kumaşın üstünden bile teninin titrediğini hissedebiliyordum. bu hareketimden rahatsız mı olmuştu yoksa sadece benim gerginliğim ona mı geçmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
for the first time, hyunho
Short Storyhayatı sanat olan Lee Minho, gittiği sergide gördüğü portredeki uzun siyah nazik saç tellerine ve kalın geniş toz pembe dudaklara sahip olan adama, Hwang Hyunjin'e aşık olmuştu.