"Ruh ikizlerimiz, dünyada bir yerlerdeydi ve illa ki bir noktada yollarımız kesişirdi. Buna inanarak büyümüş, bunun hayaline tutunmuştum ben. Önümdeki en büyük ilişki örneği de kendi ruh ikizi arayışımı, iflah olmaz bir romantiklikle istememi arttırıyordu.
Onların ilişkisi karşılaştığım en tutkulu, en ihtiraslı, en ateşli, en aşklı, en anlayışlı, en sevgili olanıydı.
Bambaşka hikayelerden, değişik yaşanmışlıklardan ortaya çıkmış bu iki yabancının gözleri yıldız kayarken kesişmişti. İki birbirinden güzel buz mavisi göz çakışmış ve orada ateşlerden bir anka kuşu doğmuştu."
Genç adam, arabanın solundan inerken bir saat önce adımını attığı bu ülkenin yabancısıydı. Arabadan indiğinde tenine çarpan soğuk hava ise tanıdıktı ancak bu ürpermesine engel değildi. Arabanın ilerlemesiyle etrafını sarmış olan kalabalık ise her zamanki tatsızlığındaydı. Ne olurdu ki sanki birazcık yabancı sokakların tadını tek başına çıkarsaydı?
İç çekerek binaya adımladığında kendini bu içinde bulunduğu dünyanın bir parçası olarak hayal etmeye çalıştı. Pahalı takım elbiseleri, göz kamaştırıcı flaşlar, isminin çığlık çığlığa kulağında çınlaması... Chris Evans, kesinlikle bir ödül töreni insanı değildi. Bir hafta sonra yapılacak olan tören için ise daha şimdiden stres altındaydı.
Adımlarını binaya yöneltirken ödülü kiminle sunacağını hala öğrenmemişti. Menajeri kendisine bu detayı vermemişken şimdi hem yeni biriyle iletişim kurmanın hem de ödül töreninin endişesi omuzlarını ağrıtmıştı.
"Chris!" diye seslendi tanıdık bir ses ve kafasını kaldırıp kendisine seslenene baktı. Menajeri Alexandra, kendisine doğru oldukça formal giyinmiş bir halde yürürken durup kendi üstüne baktı. Düz bir sweatshirt, kot pantolon, ceket ve vazgeçmediği şapkasıyla Alexandra'nın yanında çok sönük ve basit kalmıştı. "Sonunda gelebildin!" diye isyankar bir tonda konuşunca Alexandra, Chris mavi gözlerini ona çevirdi.
"Uçak rötar yaptı. Umarım kimseyi bekletmemişimdir." dedi Chris, mahçup bir mütevazılıkla. Alexandra ise Chris'e gülümseyerek konuştu.
"Yok, tatlım, merak etme. Diğer oyuncu daha gelmedi." dedi Alexandra, yine isim belirtmeyerek. Chris de aslında çok merak etmiyordu ama Alexandra'nın neden ismi kendisinden gizlediğini de anlamıyordu.
"İyi bari, geç kalmamak daha iyi." diye mırıldandı, ardından ise Alexandra'ya baktı. "Kahve var mı?" diye sorduğunda Alexandra'nın gülümsemesi büyüdü ve Chris'i koridora doğru yönlendirdi. Alexandra için çalıştığı oyuncunun kaprisleri olmaması güzel bir şeydi, başka oyuncular olsa 'Nasıl daha burada olmaz!' diye ortalığı inletirlerdi. Ancak Chris, sadece kahve sorardı.
Birlikte kahve istasyonuna ilerlediklerinde Chris, hızla kendine kenarda duran karton bardaklardan aldı ve içine hazırda duran sıcak filtre kahveden koydu. Kahveyi, dudaklarına değdirmişti ki oldukça tanıdık ve yoğun bir aksana sahip olan bir sesle hızla etrafına göz gezdirdi. Tanıdık simayı görmesiyle ise suratında bir sırıtma oluştu.
"Hiddleston!" diye seslendi, Mark Strong'la konuşan arkadaşına. Tom, anında Chris'e dönerken hızla gülümsedi ve adımlarını Chris'e yönlendirdi.
"Evans, nasılsın?" diye kendisine yaklaşan Tom'a kocaman sarıldı Chris. Ardından birlikte laflamaya başladıklarında Chris, tanıdık bir yüz görmenin güvenliğini yaşıyordu.
-
Aynı saatlerde binaya doğru adımlarını yöneltmiş bir diğer adam ise günün monotonluğundan sıkılmış bir halde bir yandan da kahvesini yudumluyordu. Soğuk havayı bedeni umursamazken tek istediği evine gidip yeni aldığı bilgisayar oyununda kendini kaybetmekti. Ancak görev onu beklerdi.
Menajeri kendisine sormadan Bafta'da onun adına ödül vermeyi kabul edince, Henry Cavill'ın provaya gitmeme gibi bir şansı yoktu. Gerçi genç adam, Amy Adams'ın da adaylardan biri olduğunu duyunca fazlasıyla sevinmiş ve menajerine, dile getirmese bile, içinden teşekkür etmişti.
Henry, büyük binaya girerken kimseye kimliğini göstermesine gerek yoktu. Girişte menajerini beklerken arkasından bir iç çekiş duydu, dönüp baktığındaysa kendisine bakan bir genç kız gördü. Kıza gülümserken ise menajeri kapıda göründü ve Henry'nin boğazını temizleyerek toparlanmasına neden oldu.
"On yedi dakika önce burada olmalıydın!" dedi menajeri, derilerin içinden tehlikeli bir kızgınlıkla kendisine bakarken. Kadının kızgınlığı elle tutulabilir bir haldeyken Henry ortamı yumuşatma isteğiyle konuştu.
"Sana da merhaba Dany." dedi Henry, nefes kesici bir sırıtmayla. Ancak Dany, bu etkileyici sırıtmalara kanmazdı.
"Yürü Henry!" diye tısladı Dany, dişlerinin arasından ve Henry'nin sırıtmasının hızla silinmesine neden oldu. Henry, ciddileşirken Dany, gözlerini kısarak ona baktı ve arkasındaki bir koridoru işaret etti.
Henry, topuklarının üzerinde dönüp koridorda ilerlemeye başladığı sırada kendisi hala hayranlıkla izleyen ama arkasındaki Dany yüzünden daha utangaç bakan kıza göz kırptığında kız kızararak Henry'nin sırıtmasına neden oldu.
"Henry!" diye daha da sert tısladı Dany, bu sefer ve Henry'nin kendisine sırıtan bir yüz ve kalkık kaşlarıyla bakmasına neden oldu.
"Ne o Dany, yılan olmaya mı çalışıyorsun?" diye sorduğunda Dany, ona kızgınca baktı. Ancak Henry de Dany'nin bu öfkeli hallerine kanmaması gerektiğini biliyordu.
"Senin kıçını kurtarmaya çalışıyorum!" diye yanıtladı onu Dany ve Henry'nin önüne geçerek hızlıca yürümeye başladı. Bir yandan da konuşuyordu. "Özür dilemeyi unutma. Malum yirmi dakika geciktiğin için!" diye söylenirken Henry, kendini taze kahve kokan bir odada buldu.
Henry'nin canı kahve çekerken Dany'i umursamadan kahve istasyonuna yönelecekti ki ilgisini bir kahkaha çekti. Dikkati dağılırken şaşkınca etrafa baktı ve melodik kahkahanın kime ait olduğunu anlamaya çalıştı.
"Ah işte, ödülü birlikte sunacağın kişi..." diyerek birini işaret etti Dany, Henry'e ve Henry, o yöne doğru baktı. Bina içerisinde olmalarına rağmen şapka takmış, uzun boylu bir adam, tanıdık başka bir yüzle sohbet ediyordu. Henry, bu şapkalı adamı merak ederek ona doğru yöneldi.
Adamın, sırtı kahkahasıyla birlikte titrediğinde Henry, şaşkınlıkla adama baktı. Ne yani, bu tatlı kahkaha, karşısındaki adamdan mı çıkmıştı? Merakla adamın arkasında durdu, ne diyeceğini bilemeyerek. Sonra ise içine ufak bir nefes çekti ve kafasını iki yana salladı, kendine gelmeliydi. Konuştuğundaysa sesini oldukça düz ama yumuşak tutmaya çalıştı.
"Üzgünüm geciktim." diyerek seslendi, sırtına baktığı adama, bir yandan da samimi olmak adına el uzattığı adama. Şapkalı adam, kendisine döndüğünde ise ikisinin bakışları kesişti.
Henry'nin güzel eli havada kalırken, Chris'in suratındaki şapşal gülümsemesi dondu.
"Birbirinden güzel iki çift mavi göz, birbirine değidi. Birinin kaburgalarının arasında çiçekler filizlenirken, diğerinin göğsünde alevler parladı. Tam o sırada ise bir yıldız kaydı, ikisinin dilekleri ise aynıydı."
-
"İtalik ve bold" karakterlerle yazılmış ve tırnak işaretine alınmış olan kısımlar anlatan/hikayeci/dış ses ağzından olarak da düşünebilirsiniz. İleride bu dış sesin kim olduğunu anlayacaksınız.
Kapak da çok içime sinmedi, daha iyisini yapana kadar böyle kalacak gibi:)
Umarım bu hikayeyi severek okursunuz. Gönderdim, gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chasing Stars | ChrisxHenry
FanfictionBirbirinden güzel iki çift mavi göz, birbirine değidi. Birinin kaburgalarının arasında çiçekler filizlenirken, diğerinin göğsünde alevler parladı. Tam o sırada ise yıldız kaydı, ikisinin dilekleri ise aynıydı. Henry Cavill x Chris Evans Not: Olayla...