chapter one

447 55 13
                                    

babasız çocuklar yarım kalmaya mahkum çocuklardır, jaehyun bunu öğreneli çok oluyordu. en azından kendisi açısından işler böyle ilerlemişti. annesinin söylediklerine bakılacak olursa babası onları terk ettiğinde jae henüz doğmamıştı. başta yokluğunu kolay kabullenmişti, çocukken arkadaşları babasının nerede olduğunu sorar hatta bazen bu soruya cevap veremediği için onunla dalga da geçerlerdi ancak büyüdükçe bu mesele baş etmesi daha güç bir hal almıştı. artık kimse ona annesinin neden yalnız uyuduğunu, mezuniyetine neden babasının gelmediğini sormuyordu. gelin görün ki tüm bu sonu gelmek bilmeyen sorgular ve kalp kırıklıkları birleşince ortaya başka sorunlar çıkmıştı.

örneğin kendisi de bir erkek olmasına rağmen jaehyun erkeklerden korkuyordu. nasıl korkmasındı ki, bütün hayatını annesinin veya kocasından şiddet gören teyzesinin yanında geçirmişti. bir raddeden sonra dünyadaki tüm görgü kurallarının kadınlar için yaratıldığını, erkeklerin yalnızca eğitilmesi imkansız ilkel varlıklar olduğunu düşünmeye başladığı olmuştu. insanların yanında kendisini rahat hissetmekte zorlanıyor, kalbini kıracak bir şey söylemeleri veya yapmalarından korktuğu için onlardan tamamıyla uzak duruyordu.

kadınların yanındayken biraz daha rahattı elbette ancak fark o kadar da belirgin değildi. erkeklerin yanındayken ise düpedüz tedirgin oluyordu. çatık kaşları, her an kızacak gibi görünen suratları, ilgisiz tavırları ve elleri ürkütüyordu onu.
erkek eli kadar korkunç, kaba saba bir şey yoktu ona göre.
evet, jaehyun bunu geçen yaz fark etmişti.

iki bin model emektar arabalarıyla günübirlik bir deniz tatiline gidiyorlardı, direksiyonda annesi vardı. kırmızı ışıkta bekledikleri kısa bir an, yanlarına siyah bir araba yanaşmıştı. adam hiçbir şey söylemedi, onlara laf da atmadı. tek yaptığı sıcak yüzünden terleyen suratını kolunun tersiyle silip, elini pencereden dışarıya sarkıtmaktı. pek çok insana sıradan gelebilecek bu basit eylem, jaehyunu öyle derinden etkilemişti ki genç adam o anları zihninin en derin köşelerinde saklıyordu.
her saniyesi korkunçtu.

bir erkek eli, yalnızca dövmesini, acıtmasını ve işkence etmesini bilirdi. fazlasını değil.

böylece genç adam erkeklerden olabildiğince uzak durmanın kendisi için en iyisi olduğuna karar verdi. ne yazık ki bir kez kendinizi soyutlamaya başladığınızda bu tavrın bir sonu olmadığını fark etmeniz zaman alıyordu, bu tavrın bir sonu yoktu ve içine kapanık bir lise hayatından sonra aynı türde bir üniversite hayatı yaşamak da kaçınılmazdı.

jaehyun çantasını düzeltip ağaçlarla kaplı alanda yürümeye devam ederken saatini kontrol etti, ne zaman böyle düşüncelere dalsa hep okula geç kalıyordu. adımlarını hızlandırıp daha az etrafına bakınmaya başladı, zaten fakülteye iki dakikalık bir mesafe kalmıştı. genç adam derin bir iç geçirdi, ona asıl zor gelen bu huzur verici ağaçlarla kaplı okul yolu değil de dersliğe uzanan dört kat merdivendi. dizlerini yoruyor, nefesini kesiyordu.

boynundan düşüp duran atkısını düzeltip çoktan görünebilir hale gelen binaya girdi. biraz büyük olsa da annesi ördüğü için seviyordu atkısını. toz pembe örgü, çocuğun gonca gibi kızaran yanakları ve tenine öyle yakışıyordu ki sevilmeyi hak etmeyecek gibi de değildi. genç adam, kapıdaki güvenliklere öğrenci kartını gösterip merdivenlere seğirtti. 'işte başlıyoruz' diye geçirdi içinden. her zaman yaptığı gibi başını önüne eğip gözlerini basamaklara dikerek içinden saymaya başladı. böyle yaptığı zaman dördüncü kata çıkmak, olduğundan çok daha kolaymış gibi hissettiriyordu.

yaklaşık dört dakika süren basamak sayma serüveni sona erdiğinde jaehyun sonunda dersliğine ulaşmıştı. metal kolu indirip sınıfa girdiğinde kendisinden başka kimsenin olmadığını fark ederek rahat bir nefes aldı. başkaları en arka sıraya oturduğu zaman, güzel çocuk rahat olamıyor, derse odaklanamıyordu.
sırasına yerleşir yerleşmez cebinden telefonunu çıkartıp annesine okula geldiğini haber veren bir mesaj attı. zavallı kadın, uzakta olan oğlu için öyle endişeleniyordu ki attığı her adımı bilmek istiyordu. çocuk, yanaklarındaki sevimli gamzelerinin ortaya çıkmasına sebep olacak şekilde gülümseyip telefonunun ekranındaki resmi hafifçe okşadı, annesini görmek onu mutlu ediyordu.

üzerindeki monta sarınıp kendisine yeni bir şarkı seçtikten sonra arkasına yaslanarak çantasından kitabını çıkarttı. kitap okumaya bayılıyordu, öyle ki okuldan sonra vaktinin çoğunu kütüphanede geçirir ve geç saatlere kadar roman sayfalarında kendisini kaybederdi.

ne yazık ki kısa sürede sınıf dolmaya, kalabalıklaşmaya başlamıştı. güzel çocuk, hocalarının sınıfa her an girebileceğinin farkındaydı bu yüzden çantasından defterini çıkartıp yanına favorisi olan kedi süslemeli kalemi bıraktı. okula başlayacağı zaman teyzesiyle beraber almışlardı bunu, şimdi ona ailesini hatırlatıyor, dayanma gücü veriyordu.

evet jaehyun derslerinde başarılı olmayı umursuyor, biraz da geriliyordu ancak hiçbir derste bu derste olduğu kadar diken üzerinde hissetmiyordu. öncelikle, bu dersin hocası aynı zamanda profesördü, asistan doktor veya eğitim görevlisi olan diğer hocalarından çok daha bilgili, aynı zamanda da kibirli, soğuk bir adamdı. ikinci olarak, adam bölüm başkanıydı bu da jaehyunun mezun olmak istiyorsa onunla ters düşmemesi gerektiği manasına geliyordu. son olarak da, profesör hayli garip davranıyordu.
evet evet, garipti işte.
jaehyun'un teorisini destekleyecek şekilde kaba, güçlü elleri vardı ve tavırları daima sertti. bir şeyleri bilemedikleri zaman sınıf arkadaşlarını küçümser, ödevlerini, telaffuzlarını, kısacası hiçbir şeylerini beğenmezdi. neyse ki jaehyun daha önce hiç onun dersinde söz hakkı almak zorunda kalmamıştı.

sınıftaki diğer öğrenciler de yerlerine yerleştiği zaman birkaç dakika daha vakit öldürdüler ve sonunda profesör suh, kapıda göründü. kaslı göğsüne tam oturan siyah bir gömlek ve onunla aynı renkte bir kumaş pantolon giyiyor, elinde evrak çantası taşıyordu. düzenli şekilde yukarı taradığı saçları, çatık kaşlarını daha da açığa çıkartıyor, olduğundan da ürkütücü görünmesine sebep oluyordu. her zaman olduğu gibi tek kelime etmeden yerine yerleşmiş, bilgisayarını çıkartırken buz gibi sesiyle söylemişti.
'günaydın'

sınıftakiler çekingen bir şekilde cevapladılar böylece yeniden adama söz hakkı doğmuş oldu.
'winwin kim?'

orta sıralardaki, sarı saçlı bir oğlan çekinerek elini kaldırdı.
'benim, hocam.'

adam gözlerini bir an bile bilgisayarından çekmeden söyledi.
'asistanıma sorunu halletmesini söyledim. bugün öğleden sonra sisteme girip kontrol et, derslerin düzelmiş olur.'

çocuk ağır ağır yerine otururken mırıldandı, 'teşekkür ederim, hocam'

suh bu kez de 'fakülte veya sistem ile ilgili bir sorun yaşayan başka birisi var mı?' diye sordu.

sınıfı derin bir sessizlik kapladı. doğrusu jaehyun'un merdivenlerden başka bir şikayeti yoktu ancak tanrı biliyor ya onları söylemeye de hayatta cesaret edemezdi. tam da derse gececekleri esnada gücünü ancak toplayabilen bir sınıf arkadaşı söze girdi.

'hocam..?'

derin sessizlik, suh'un gözleri yavaşça çocuğu buldu ve orada kaldı.

'şey-' diye söze girdi sınıf arkadaşı, 'ana duraktan bizim fakülteye otobüs kalkmıyor. bu yüzden yürümek zorunda kalıyoruz, yol da hayli uzun...'

kibirli adam, terslemekte bir an bile gecikmedi.
'onun için dilekçe yazmanız gerek-'

tam sözünü tamamlayacaktı ki ifadesiz gözlerini kendisine şikayetini ileten çocuktan çekip en arka sırada oturan jaehyun'a çevirmiş bir şeylere yeni yeni anlam veriyormuş gibi kafası karışmış bir şekilde süzmüştü. zavallı jaehyun, hocasının ona bir şeyler söyleyeceği endişesi ile korkarak oturuyordu ki profesör sonunda cümlesinin devamını getirdi.
'pekala, hallederim.'

ve böylece konu kapanmış oldu ancak adamın gözlerindeki tuhaf ifade ders boyunca jaehyunun tüylerini diken diken etmeye yetti...

****

professor - johnjaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin