chapter eight

360 48 5
                                    

suh berbat geçen iki lanet günün ardından ilk dersine girdiğinde gözleri jaehyunu aramasın diye fazladan çaba göstermişti.
tanrı şahit olsun denemişti ancak elinde değildi, çocuğun toz pembe atkısıyla gizlediği taze boynu, masum bakışları ve görüşmeyeli hiç azalmamış olan güzelliği işini zorlaştırıyordu. yine de ona kızgındı, beraber geçirdikleri güzel zamanı elinin tersiyle itip taeil denen adamla yurduna dönmüştü.
neden?
öpücükleri fazla tutkulu olduğu için mi?

oysa adamın şimdiye dek öptüğü onlarca insan içinde jaehyun bu tepkiyi veren tek kişiydi.
görünüşe göre herşeyde ilk olmayı seviyordu, huh?

hale bakın... dersini işlemesi, sunum yapan öğrencilerine not vermesi gerekiyordu ancak kafası jaehyun ve onunla ilgili düşüncelerle doluydu. elindeki gözlem formunu dikkatle inceleyip bakışlarını sınıfta gezdirdi. arka sıralardan birisine geçip öğrencilerinin hazırladığı sunumu izleyecekti, normal bir zamanda olsa suh bu fırsatı değerlendirmekten kaçınmaz, jaehyun'un yanına oturup ders boyu kendisine cenneti yaşatırdı ancak hayır. bugün değil. çocuğu görmezden gelmesi yahut rahat bırakması şimdilik çok daha iyiydi. eğer fazla üzerine giderse jaehyun yine kaçabilirdi.

telefonunu da yanına alıp kürsüdeki çocuğa basit bir el işareti ile başlamasını işaret ettikten sonra arka tarafa doğru ilerledi.
kahretsin, işte göz gözlerdi.
hyunun bakışları büyük bir merakla profesörün üzerinde geziniyordu. biraz endişeli ancak beklenti ile dolu yemyeşil bakışları...

acaba bunu yaptığından haberi var mı, diye düşündü adam. benden korkmuş olmasına rağmen hala bana onun yanında olmamı ister gibi baktığından haberi var mı?

hızlı adımları ile jaehyunun sırasını es geçerek onun hemen yan hizasında bulunan, orta sıranın en arkasındaki oturağa yerleşti ve gözlem formunu açıp tüm dikkatini kürsüdeki öğrencisine yöneltti. pekala, görünüşe bakılacak olursa çocuk bütün powerpoint becerilerini sergilemişti ancak gereksiz detaylarda takılıp kalıyordu ve patavatsızın tekiydi.

harika, profesör dikkatinin dağılmaya başladığını hissedebiliyordu.

tek elinde çevirdiği kaleminin ritmini bir an olsun bozmaksızın sunumla ilgileniyordu ki izlendiğini hissederek başını yan sıraya, jaehyuna doğru çevirdi. bunu yapar yapmaz gözleri buluştu zira yanılmamıştı. güzel çocuk hüzün dolu bir ifadeyle ona bakıyordu. normalde olsa johnny sakince tahtaya dönüp bu minik an hiç yaşanmamış gibi davranabilirdi ancak söz konusu jaehyun olduğunda yapamıyor, yapmak istemiyordu.

bakışlarını bütün haftasonu özlemiyle yanıp tutuştuğu bedenin üzerinde gezdirdi.

siktir...

jaehyun, ona kendisinin tavsiye ettiği somon rengi bluzu giyiyordu.
ama neden?
bu bir mesaj olabilir miydi?
belki de çocuk, "sana kızgın değilim." demek istiyordu. "yeniden benimle ilgilenmeni istiyorum."
huh, profesör onun gibi çocukları iyi tanırdı. hyun geri gelecekti, er yada geç. bu gerçekleştiğinde ise artık johnnye kızmak için hiçbir sebebi olmayacaktı zira onu olduğu gibi kabul etmiş sayılacaktı. 

böylece çocuğa hafif bir baş selamı verip sakince önüne döndü. normal davranıyordu çünkü hyun'un aralarında kötü şeyler yaşanmamış gibi hissetmesi gerekliydi.
yalnızca bu şekilde düşünürse johnnynin değil de onun hareketlerinde bir gariplik olduğuna karar verip kendini adamın kollarına teslim edebilirdi.

gözlem formunu doldurmaya kaldığı yerden devam ederken iç sesiyle bir anlaşma yaptı, ders bitene dek jaehyuna bakmayacaktı. güzel çocuk, şeytanın ta kendisiydi. insanı günaha davet ediyor, aklını çelip, güzelliği ile baştan çıkartıyordu ve profesör daha fazla kanmayacaktı. nitekim bu hedefi başarısızlıkla sonuçlanmış, tahtadaki çocuk birkaç yavan örneğin ardından yerine oturduğunda jaehyun ayaklanmıştı. bugün onun sırası olamazdı değil mi?
ah, kahretsin...

suh kendisini jaehyunu eleştirebilecek bir ruh halinde hissetmiyordu, onu görmek dahi duygularını altı üst ederken nasıl karşısına geçip masum bakışları ile sunum yapmasına katlanabilirdi ki?

kazandığı her saniyenin önemli olduğunun bilincindeydi bu yüzden önündeki kağıtları düzenleyip çoktan yerine oturmaya hazırlanan çocuğa döndü.

'ash?'

'evet hocam, adım bu.'

omuz silkti, umrunda değildi. biraz bile. 'sunuma hazırlanmış mıydın, ash?'

'evet, iki haftamı-'

tükenmez kalemi ile önceden not aldığı hataların üzerinden geçmeye başladı. 'öyleyse neden bana verdiğin sunum planında ne kaynak ne de değerlendirme kısmını göremiyorum.'

çocuğun geniş gülümsemesi yavaşça solmaya başlamıştı.
'unutmuş olmalıyım hocam, isterseniz hemen hallederim.'

halletmek?
suh kaşlarını çatıp yeniden arkasına yaslandı.
'bir daha benim dersime hazırladığın herhangi bir şey için o kelimeyi kullanmasan iyi olur. sen sunumunu 'hallettiğin" için örneklerin yavan ve anlatımın basitti. heyecan göremedim. çöp. bir dahakine üzerine çalışmanı tavsiye ederim.'

eleştirinin ardından sınıfta büyük bir sessizlik oluşmuştu ancak onun dersini önceden alan herkes, suh'un kolay kolay hiçbir şeyi beğenmeyen huysuz adamın teki olduğunu bilirdi.

nihayet johnny kürsüye dönüp jaehyuna başlamasını işaret etti. kararını vermişti, ona özel muamele yapmayacak, hatalarını dürüst şekilde belirtecekti ancak önündeki değerlendirme formuna hyun'un numarasını yazarken güzel çocuğun hâlâ sunuma başlamamış olduğunu fark ederek duraksadı ve nazikçe uyardı.

'başlayabilirsin jaehyun.'

lanet olsun ki çocuk başlamıyordu, johnnyden güzel bir azar yemek nihai amacıymışcasına ayakta dikiliyor, panikten adeta titriyordu.

herkesin ağzından çıkacak cümleleri beklediği beş dakikanın sonunda mırıldanmıştı, 'ehm, merhaba! ben yoon- uhm, jaehyun.'

suh başını kaldırıp jaehyunun zümrüt gibi parıldayan gözlerini izledi, yolunda olmayan bir şeyler vardı.

'şimdi sunumuma başlayacağım.' diye devam etti ufaklık. elindeki tahta kalemi ile bir şeylerin altını çizmeye hazırlanıyordu ki bluzunun kenarının kürsüye takılması ve elindeki not kağıtlarını yere düşürmesi bir oldu.

'hadi ama...' diye mırıldandı arka sıralardan sabırsız bir öğrenci.

bunu duymak ona iyi gelmemişti, artık gözle görülür bir şekilde acele ediyor, not kağıtlarını toplamaya çalışan elleri titriyordu.

suh bu manzaraya daha fazla dayanamadı. karşısındaki güzellik şu acımasız dünyada kimseye bir zararı dokunmadan yaşayıp giden masum çocuğun tekiydi ve profesör onun kendi dersinde zorbalığa uğramasına izin vermeyecekti.
uğuldayıp, homurdanıp duran kalabalığa dönüp uyardı.
'sessiz olun.'

bu uyarının ardından ayağa kalkıp kürsüye dek yürüdü ve yere eğilerek jaehyunun not kağıtlarını toplamasına yardımcı olmaya başladı.  güzel çocuğun kulağı kendisine yaklaştığında ise sormayı ihmal etmemişti. 'iyi misin jaehyun?'

cevap şaşırtıcı degildi.
'iyiyim, teşekkür ederim.'

ona yardım etmesi gerekiyordu.
ona yardım etmeliydi çünkü jaehyun sorunlarını kendi başını çözmek zorunda degildi. john, yanında olabilirdi.

özenle hazırlanmış kağıtları hyun'un eline tutuşturup hassas tenini sakince okşarken mırıldandı.
'sakin ol, sunumunu diğer ders de yapabilirsin.'

'huh?'

'sana vereceğim anahtarları alıp odama git, bu koridorun sonundaki ikinci oda. orası sessiz olur, kimse seni rahatsız etmez. git ve güzelce çalış. şimdi başka birisinin sunumunu değerlendireceğim.'

doğrusunu isterseniz john bu güzelliğe yardım etmekten, yaşlar yüzünden solmuş gözlerini, nemli kirpiklerini mutlulukla parıldarken görmekten hoşlanıyordu bu yüzden onun bir cevap vermesini beklemeden ayağa kalkıp başka bir yöne yürümeye başladı.

pekala, buraya kadardı.

ara verdiklerinde o ve jaehyunun konuşacak çok şeyi olacaktı.

belli ki sessiz kalıp köşeye çekilmek işe yaramıyordu üstelik suh jaehyunu fazlasıyla özlemişti...

professor - johnjaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin