Lee elinde tuttuğu mektuba baktı bir daha, doldu gözleri tekrardan. Üstündeki kan lekesi daralttı nefeslerini. Hıçkırarak ağlamak istedi tekrardan. Durduğu kapının önünde cesaretinin yerine gelmesini bekledi aynı bir kaç dakika önce yaptığı gibi. Derin bir nefes aldı, çaldı kapıyı. Ayak seslerini duyduğunda daha da gerildiğini, nefes almanın daha da zor olduğunu fark etti. Yapmalıydı bunu ancak, tutmalıydı sözünü. Açılan kapı ile günlerdir aklında kurduğu kelimeleri unuttu, karşısındaki çocuk melek gibiydi adeta, yalnız kalmak için daha çok masumdu, temizdi. Belliydi bu yüzünden, bakışlarından. Kafasını yatırdı sağa doğru, güldü buruk bir şekilde. Elindeki mektuba baktı, ardından karşısındaki çocuğa. Çocuğun gözleri dolmuştu, anlamıştı ne olduğunu. Elini ağzına götürdü, çöktü yere. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Asker arkasını döndü, belli etmek istemedi ağladığını. Sildi gözlerini, geri döndü önüne ardından konuşmaya başladı;
"Size bir mektup var, dikkat edin lütfen. Bir ruh sığındı bunun içine."
Mektubu yavaşca aldı eline çocuk, ayağa kalktı ardından kapıyı kapattı. Mektuba baktı olduğu yerde, kan lekesini fark etti. Yaşlandı kapıya yavaş yavaş çöktü yere. Haykırışlarını tutamayarak ağladı. Ölmek için doğru zaman değildi, tutamamıştı sözünü. Hayalleri, hayatı, sevinci, kalbi gitmişti bu dünyadan. Hayalleri olan şeyleri yapamamışlardı daha, gözlerinde gördüğü ışık sönmüş, yerine sonsuzluğa kapanmıştı. Dokunmaya kıyamadığı beden toprak olmuş, üstünde çiçekler açmaya başlamıştı. Severdi çiçekleri onlar, severdi çiçekleri Hyunjin. Felix severdi çiçekleri sevgilisinin ellerinde. Şimdi ise nefret etmişti Felix çiçeklerden, toprak olmuş bir bedenin üstüne açan çiçeklerden. Mezarsız kalmış sevgilisinin toprağını koklayıp, toprak olmuş kokusunu almak istedi. Ruhunu alan kurşunun onu da almasını, peşinden sürükleyip yanına almasını istedi. Nefret etti bu ülkeden, savaştan, 1950'den, daha çok 1952'den. Cenneti düşledi, onun gözlerini düşledi. Son kez koklayamadığı bedeni, öpemediği dudakları. Cesareti bulamadı kendinde oğlan o gün o mektuba bakmaya, üstündeki kan lekesini tekrar görmeye. Çöktüğü yerden kalktı, çıktı balkona. Daha da belirgin olan yıldızlara baktı, gözüne çarptı çoban yıldızı. O an kaydı bir yıldız gökten tekrardan, sanki ruhu veda edermişcesine. Mırıldandı ardından genç hıçkırıklarının arkasından;
"Gözyaşlarım sular mı üstündeki çiçekleri, kalbinin tekrar atmasını sağlar mı? İkimize karşı olan bu dünya acır mı bize? Ruhun geri döner mi bedenine?"
Her aşk ölür zamanla, yerine bırakır sevgiyi. En destansı aşkların sonu ise ölümdür hep, ayırır ikisini ölüm. Kıskanır belki, belki bitmesin aşkları hiç ister. Bilemez bunu kimse, sonsuz olan bu zamanda. Her asır doğar belki bir destansı aşk, 1950 bitirdi bu destansı aşklardan birini, sonunu. Bir kurşun deldi bir kalbi, diğerinin ruhunu ve aşkını. Ikisini de öldürdü bu yıllar, birinin ruhu terk etti bedenini, diğerinin kırdı bütün ruhunu. Tek başına bıraktı koca dünyada, yaşamasını istedi bu şekilde. Yakasını tuttu, sormadı hiç kalbine dayanabilir mi diye? Dünya karşı gelirse eğer bir aşka, izin vermez yaşamasına. En dibe çeker, izin vermez yukarı çıkmasına. Uyutur diğer bedeni edebi karanlıkta. Acı çektirir yaşayana, anılarla yaşatır ilk başlarda sonrasında unutturur onları da zaman geçtikçe. Sesiniz kokusunu, gülüşünü, ruhunu unutturur. Bazıları dayanamaz teslim eder ruhunu o da edebi karanlığa, bazıları yataklara düşer kalkamaz bir daha. Bazılarını ise kendi bile unutur bıraktığı en dip kuyuda. Ruhunun yarısını öldürmüş, yarısını kaybetmiş olanları...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.