Soğuk bir akşamdı. Rüzgar sesi köpek havlamalarıyla karısıyor, sesler sokak aralarında kedilerle birlikte dolanıyor, ağaç dalları hışırdıyor, sokak lambaları arada bir seyiriyor ; bir yanıyor, bir sönüyor, evlerin açık kalan ahşap camları birbirine vuruyor ve korku dolu bir ortam oluşturuyordu. Sonbaharın bu donemi soğuk ve yağışlı geçiyordu. Yine yağmur yağmaya başlamıştı. Gecenin sessizliğini bozan bir fısıltıydı. Bazı kelimeler anlaşılıyor, bazıları anlaşılmıyordu. Bu fısıltıdan sadece sık sık geçen "Londra" sözcüğü anlaşılıyordu. Karanlıkla birleşen ışık uzunca, şapkalı ve çantası olan iki adamın gölgesini ortaya çıkartıyordu. Saat gece yarısını geçmiş 02:00'dı. Bu saatte kim buluşur ve bukadar dikkat ederdi ?
Bir anda sesler yükseldi ve bir bağırış duyuldu. İki gölgeden biri yere düştü. Bu gürültüyle evlerdeki lambalar bir bir yanmaya başlamıştı. Ama camdakilerden biri olayın tamamını görmüştü ve adam kaçarken bir anda onunla göze geldi. O ana kadar yanan lamba sanki kurmalı bir oyuncak gibi anında sönmüş ve adamın yüzünü gizlemişti. Fakat karanlıktaki sinirle bakan o gözleri unutmak imkansızdı...
Işık bir anda eski haline döndü ama eksik olan tek şey o gözlerdi. Barış adamı gördüğü sokağa uzun uzun baktı. Abisi Osman'da uyanmış ve yanına kadar gelmiş ama Barış baktığı yerden gözünü alamamıştı. Abisi onu yavaşça dürttü. Osmanda , Barış'ın baktığı yere baktı ama seyiren lambadan başka hiç birşey göremedi. Osman Barış'ı yeniden dürttü. Ama Barış sanki çizik bir oyun cd si gibi donmuştu. Osman "Ben yatağa gidiyorum" diyip yatağına döndü.
Barış ve Osman tek yumurta ikiziydi ama Osman bir kaç dakika önce doğarak abi olmuştu ve bunun avantajını sık sık kullanırdı. Arabayla bir yere gidildiğinde Osman hep ön koltuğa otururdu ve evde tek kaldıklarında Osman, Barış'tan sorumlu olurdu ama Barışta hiç bir zaman ondan aşağı kalmaz bayramlarda veya günlük harçlıklarını fazla alırdı. Osman itraz edince , Barış'ta "Osman arabada ön koltuğa oturursa bende daha çok para isterim" derdi.
Anneleri Ayça Hanım lise çocukları için matematik öğretmenliği yapıyordu ama hiç bir zaman tek bir işle durmaz ve ek iş yapardı , bu yuzden oda Salı, Perşembe ve Cuma günleri evlere özel öğretmenlik yapıyordu.
Ayça hanımın eşi Fikri Bey üç yıl önce vefat etmişti ve bu olaydan en çok etkilenen Osman olmuştu. Osman, Barışa göre daha duygusal ve babasını daha çok severdi. Aradan üç yıl geçmiş olmasına rağmen babasından bahsedilince gözleri dolardı. Ama neyseki son zamanlardaki olaylar bu konuyu bi nevi unutturmuştu.
Gece saat 05.00 olmuştu ama bir türlü Barış'ın gözüne uyku girmemişti. Barış hala kendisine bakan o gözleri düşünüyordu. Su içmek için mutfağa gitti. Suyunu içip salonda oturmaya başladı. Osman'ın uykusu tıpkı Fikri Bey gibi çok hafifti.
Hani derlerya; "nefes alsam uyanıcak" aynen öyleydi en ufak bir fısıltıya bile uyana bilirdi. Barışın mutfağa gittiğini duyup oda uyanmış ve salonda boş boş oturan barışı görmüştü.- Barış senin neyin var ?
- ...
- Oğlum !!! sana bir soru sordum. Neyin var ?
Barış önce Osman'a baktı ve gördüklerini anlattı.
Osman bir anda ayağa fırlayarak :- Hadi öyleyse hemen aşağıya inip bakalım
Barış titrek bir sesle " hadi bakalım." Dedi.
Barış ve Osman sanki olimpiyatlardaki yüzmetre koşucusu gibi ayakkabılarını giyinip merdivenleri aşağıya doğru üçer, beşer inmeye başladılar. Dış kapıyı açıp yavaşladılar. Konteynırların olduğu dar, ışıksız, çıkmaz sokağa girdiler fakat Barışın anlattıklarına dair hiç bir şey yoktu.
Osman alaycı bir tavırla;
- Bu aralar çok film izledin bence. Böyle şeyler görmen normal tabi.
Barış sinirli bir şekilde;
- Gördüğüme eminim !!!
Osman ve Barış göz gezdirmeye başladılar. Aradıkları şey hakkında en ufak bir fikirleri yoktu. Her hangi bir delil, olaya dair bir iz arıyorlardı.
Güneş dogmaya başlamış ve o dar çımaz sokağı azda olsa aydınlatmaya çalışıyordu. Son zamanlardaki yağmur yağışlarından dolayı her yer bataklık gibiydi. Ama neyseki güneş tam zamanında iş başı yapmıştı.
Barış ve Osman tamda geri dönmek üzerelerdi. Osman yavaşça çömeldiği yerden doğrularak "Hadi gidelim." dedi.
Tam bu sırada Barış'ın gözüne su birikintisi içerisinde parlayan bir şey takıldı. Barış yavaşça birikintinin başına çömeldi ve kazağının kolunu sıyırdı. Sonra aynı hızla elini birikintinin içine daldırdı.
İstanbul'un heryerinde kötü yollar, dokunsan patlıcak lağımlar, yıkılmaya yüz tutmuş binalar ve camiler vardı.
Özellikle de yağmur yağdıktan sonra yollar baraja, sokaklar göle dönerdi. En ufak su birikintisi bir diz boyundaydı. Hani derler ya; "Seni bir kaşık suda boğarım." Büyük ihtimalle İstanbul sokaklarından çıkmış bir sözdü bu...
Barış su birikintisi içinde aramaya devam ediyordu. Birden eli birşeye çrptı. Yuvark, hafif kalın ve ucunda bir cetvel boyunda zincir olan birşeydi bu. Barış zincirinden tutup onu çıkardı. Üzeri çamurdan beli olmuyordu. Barış onu çıkardığı su birikintisinde temizledi.
Bu şeyin üzerinde güzel, büyük ve kırmızı bir taşı , parlak zinciri ve gümüşüyle göz kamaştıran bir cep saatiydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZEMLİ CİNAYET
AdventureHer cuma gününde yeni bölüm yayımlanacaktır. Bu arada hikaye değil romandır. Tutulursa seriyi uzatmayı düşünüyorum. Okuduğunuz için sağolun.