Part : 5

87 10 2
                                    



  Kendime geldiğimde fonda çok sevdiğim bir şarkı çalıyordu. İçimde enerji patlaması yaşatan şarkının daha ilk ritminde kendimde bir coşku hissettim. Bir yandan dans etme, bir yandan şarkıya eşlik etme isteği baş gösterdi içimde.

Yalan! Daha gözlerimi açamıyorum! Kim bu sabah sabah?
İç savaşımı bitirip telefonu kulağıma götürdüm.
-Efendim? Şarkı hâlâ çalmaya devam ediyordu.
Telefonu açmayı unuttuğumu anlamam çok uzun sürmedi. Daha sonra ekranı sağa kaydırdım. Kulağıma götürmeye üşenip hoparlörü açarak kulağımın dibine koydum.
"Hımm?"
"Uyandın mı?"Tabi ki Asya.
"Hayır şu an seninle konuşan bir ses kaydı."
"Ya çok özür dilerim uyandırmak istememiştim."
"Saçmalama Asya zaten uyanacaktım. " deyip saate baktım. Gözlerimi pörtleterek devam ettim. "İki saat sonra!"

Saat sabahın sekiziydi. Her zaman yaptığım gibi saat 10 da uyanıp kahvaltımı hazırlayıp tek başıma ziyafet(!) çekecektim.
Bugün günlerden pazar ve bizimkiler her pazar dağ evine giderler. Benim ağaç, çiçek, börtü böcek sevgim olmadığı için ve uyku daha tatlı geldiği için gitmiyordum.

Ne var? Hem öğrenciyim hem teknoloji çocuğuyum ben.

"Ee neden aradın?"
"Ya şey bugün kafeye gelecek misin diye aradım."
"Sen gelecek misin?"
"Sen gelirsen gelecem bende. Bizimkiler Bodrum'a düğüne gidecekler de günübirlik. Bana da gel dediler. Dedim sen gelmeyeceksen boşuna tepmiyim şimdi Bodrum fırsatını. Bilirsin, hani yazlık mekan, her sokakta bir bar, e her barda yakışıklı çocuklar..."
Sırıtarak sözünü kestim.
"E nerede yakışıklı çocuk orada sen. "
Kahkaha attı.
"Nasıl da çözmüş zeki kızım." demesiyle yüzümdeki gülümseme silindi. 3 sene olmuştu dimi? Elimde olmadan tekrar bir gülümseme sardı yüzümü.
"İyi bakalım. Dershaneye gitmem birkaç saat ne olacak? Neyse ben uykum kaçmadan yatayım."
"Tamam. İyi geceler!" diyerek kıkırdadı.
Telefonu kapattım komidinin üzerine bıraktım. Yüzümdeki gülümsemeyle yorganı kafama çektim. Kendimi hala geceymiş gibi düşünmeye iterek gözlerimi kapadım.

************************************

Babamla son konuşmamızı düşünüyordum. Benden gerçek anlamda çok şey bekliyorlar ben beklentilerini karşılayamamaktan korkuyorum. En iyisi olmam gerek gibi hissettiriyorlar ve bu yük omuzlarıma kurulmuş, hiç inmeyi düşünmüyor gibi. Derslerim fena değil. Hatta birincilik tahtına adayım. Ama ben böyle öğrendim. Bazen yürümeyi öğrenmeden koşmak zorundasınızdır. Ama ben en hızlı koşmak zorundayım.
"Zeka işi bu. Ya birincisin ya da hiç" der babam. Ben düşüncelere dalıp gitmişken bu sefer de nereden buraya geldiğimi düşündüm. En son tekmelediğim taş küçük bir kızın ayağına çarpmıştı ve kız ağlayarak babasına koşmuştu. Babası gazete okuduğu için kısa bir süre ilgilenmedi. Kızın ağlayışı artınca dönüp bakmayı aklına getirebilmişti. Acaba ben de bir gün babamın aklına gelir miyim diye düşünmüştüm. Hep odaklandığı bir yol vardır ve o yolda hiçbir şeyi umursamaz babam. Beni de umursamamıştı ve ben hep baskı altında kalırken o baskı altında olanın kendi olduğunu düşünmüştü.
Evet takıntılıyım bir olayı düşünmeye nereden başladığımı bulmaya çalışırım hep. Bazen aynı anda birden fazla şey düşündüğüm için unuturum ama olsun.

"Emma, Emma! Şşt! Ohoo uçmuş bu." diyerek omzuma hafif bir yumruk attı Kaan ve devam etti "Bizde kal cadı. Çok uzaklaştın."
Kaşlarımı çatarak Kaan' a baktım. Daha sonra ellerimi onun saçlarına götürürken yüzünü buruşturarak ellerini çekti. Ve sanırım refleks olarak saçlarını düzeltti. Hep saçlarına çok değer verirdi.
Sırıtarak "Ne dedin? Duymadım." dedim.

"Dedim ki haftaya cumartesi İzmir Fuarı'na gideceğiz. Geliyorsun değil mi?"
"Kim kim gideceğiz?" dedim.
"Ne yapacaksın kimin geleceğini ben varım yetmez mi? "diyerek kaşlarını kaldırdı.
"Yeter tabi niye yetmesin. Ne bileyim alışkanlık." dedikten sonra yüzümü buruşturarak devam ettim "Babam sıkıntı çıkarabilir. Biliyorsun notlarım düşüşte. "
"Sen bilirsin. Nasılsa fuar hep açık. Bir gün gideriz nasılsa. E tabi sende haklısın. Notların baya düştü. Çünkü okul birincisiyle yarışan benim." diyerek farkettirmeden trip atıyordu Kaan. Başımı omzuna yaslayarak koluna sarıldım.
"Yapma ya. Babamı biliyorsun. Derslerim iyi olmak zorunda. Yoksa.." sözümü bitiremeden "İngiltere'ye dönersin." dedi Kaan ve Asya. Senkronize olmuş gibi aynı anda söylemeleri gözümden kaçmadı. Bu kadar mı çok söylüyordum bunu.

Gözlerimi devirip Kaan'dan ayrıldım. Aslında İngiltere'ye gitmeyi çok istiyordum ama onlardan ayrılamıyordum. İngiltere de tek arkadaşım Aria iken burada benim için çok denebilecek kadar arkadaşım vardı. Asya, Kaan ve Aria bana yetiyor hatta artıyorlardı.

"Biliyoruz ama bir kereliğine izin verir herhalde baban. Ya hem siz Türk falan değilsiniz baban neden bu kadar katı anlamıyorum. Benim bildiğim yabancılar hep barlarda, gece klüplerinde. Aileleri de hiç karışmıyor." dedi Asya.

"Babam inançlı bir adamdır. Diğer ailelerle karşılaştırılmayı sevmez de. Ayrıca bu konunun Türk veya İngiliz olmakla alakası yok. Dinle hiç alakası yok. Düşünce yapısıyla, karakterle alakalı. O istemiyor ve bende gitmiyorum.
Konu tartışmaya açık değil." dedim.
Sinirlenmiştim açıkçası. Kıyaslanmak hoş değildi. Hele ki hep başarılı olmak zorunda olan biri için hiç değil. Daha fazla birileriyle karşılaştırılmak istemiyordum.

Ortam sessizleşince Kaan "Ops!" dedi.
Hem ortamı yumuşatmak hem de bir problem olmadığını anlasınlar diye gülmeye başladım. Bugün çok gerildim sanırım.

O sırada Aria geldi ve "Bensiz neye gülüyorsunuz gençler." dedi. "Önemli bir şey değildi" anlamında el savurdum.
"İyi öyle olsun.." derken çantasını masaya savurarak attı ve kendine bir sandalye çekti. Ama oturmadı. "...ben kendime bir şeyler alacağım malum en üst kattayız yazık garsona. Siz bir şeyler ister misiniz?"
Ben tam ağzımı açıyordum ki Aria bana döndü ve "Bir mangolu soğuk çay, başka ?" Mangolu soğuk çay sevdiğim bir içecekti. Koladan sonra. Ama kemik erimesine neden olduğu ve diş sağlığı açısından zararlı olduğu için mangolu soğuk çayı tercih ediyorum. Sonra Asya'yı kolundan tutup kaldırdı. "Beni yalnız göndermiyorsun dimi Asya'cım. Malum şimdi sana spagetti ısmarlayacağım. Kaan'a .." duraksadı sonra devam etti. "...ona ne alsak yer o." dedi. Asya spagettiye bayılır. Makarna değil sadece spagetti. Hatta ona İtalyan bir erkek arkadaş ayarlayacağız.
Kaan her zaman açtır. Çok yemek yer. Ve çok hızlı yer. Kantinden çıkışa doğru yürürken bir ayvalık tostunu bitirmişliği var. Her tenefüste bir şeyler yer. Yani o ayırt etmez yemek konusunda. Adı yemekse yer.
Asya "Ya canım arkadaşım. Tabi ki seninle aşağı gelirim." deyip arkadan ellerini Aria'nın omuzlarına koydu. Tren gibi sıraya girip öyle gittiler. Masada ben ve Kaan kalmıştık.

Karşı masadan biri "Kaan!" diye seslenip bize doğru gelmeye başladı. Sıska bir çocuktu. Yaklaştıkça bizim okuldan olduğunu fark ettim.
"Merhaba." diyerek elini uzattı. Ellerim ceketin cebinde olduğu için elimi çıkarana kadar elini geri çekti. Ne kadar sabırsız.
"Neyse, Kaan biraz gelsene." dedi. Kaan bana baktı. Masada yalnız kalacağımı biliyordu. Yalnız kalmaktan hoşlanmadığımı da.
"Yok ben gelmeyeyim."
"Hadi gel işte." diyerek Kaan'ı kolundan tutup kaldırdı. Arkasına geçip, omuzlarından tuttu. Hafif itekliyor gibiydi. Kafasını bana doğru çevirdi ve
"Merak etme çok sürmez." dedi ve göz kırptı. Göz kırptı? Neden?
Çocuğun adını hatırlamaya çalıştım. Kaan sürekli ondan bahsediyordu. Mahmut muydu? Macit miydi? Yok yok Mecit'ti. Evet Mecit'ti.
Bir keresinde kent kart yüklemeye büfeye girmiş. Parasını vermiş, fişini almış ama kent kartı almadan çıkmış. Biraz yürüdükten sonra kent kartını almadığını fark etmiş. Baya gülmüştüm.
Bende 1. sınıfta okuldan çıktıktan sonra çantamı almadığımı fark etmiştim.Neyse fazla takılmayalım bu konuya.

Telefon çalmaya başladı. Telefonu pantolonumun cebinden çıkardım. Arayan numarayı tanımıyordum.

"Yoksa.... RÜZGAR?"

************************************

İSİMSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin