Part-7

54 9 0
                                    




Papatyalar, zambaklar, zakkumlar, leylaklar, sümbüller, laleler, ...

O kadar çok çiçek vardı ki isimlerini bile bilmiyorum.Renk uyumu o kadar güzeldi ki; aşama aşama koyulaşıyor aşama aşama açılıyordu renkler. Gök kuşağına benziyordu. farkları gök kuşağından daha fazla renk cümbüşü vardı.

Görüntüsü kadar kokusu da güzeldi. Tüm çiçeklerin kokusu birbirine karışmıştı. Ama tahmin ettiğimden daha güzel kokuyordu. Sanki Londra' da yapılan çiçek festivallerinde gibiydim. En güzel çiçeklerin birbiriyle yarışmasında ortada kalmıştım. Yada jüriydim. Tam olarak neden burada olduğumu bilmiyorum.

Derin bir nefes aldım. Ardından bir hapşırık baş gösterdi. Yaklaşık 3-4 defa hapşurdum. Biraz da genizim yanmıştı. Anlaşılan bu kokular pek fayda sağlamadı. Hani bir parfümü çok fazla sıkarsın da kokunun içinde boğulursun. Hafif olan koku artık o kadar ağırlaşmıştır ki genzinizi yakar. İşte öyle bir yanmaydı.

     Beyaz üstüne mavi çiçekli elbisem ile ortama adapte olmuştum. Kabarık kısa eteğimi tekrar tekrar düzeltiyordum. Rüzgar yüzümü okşarken eteğimi savuruyor, uçuruyordu. Eteğimi düzeltip durmaktan rahatsız olduğum için çiçeklerin arasına oturdum. Daha sonra da kendimi çiçeklerin arasına bıraktım. O kadar yumuşak ve rahattı ki anında uyuyabilirdim. Aslında neden uyuyamazdım  ki ? Uyuyabilirdim. Bunu engelleyecek hiçbir şey yoktu. Göz kapaklarımı yavaş yavaş kapattım. Kuşların mükemmel cıvıltıları ile kendimden geçmeye başladım. İşte buydu. Aradığım huzur buydu.  

    Ani bir çığlıkla hızlıca doğruldum. Aynı yerde değildim. Burası neresiydi? Bilmiyorum. Bildiğim bir şey var o da burasının o çiçek tarlası olmadığıydı. Ucu gözükmeyen dev ağaçlarla kaplı bir ormandaydım. Gökyüzünü görmediğim halde karanlık olduğunu biliyordum. Ağaçlar o kadar gür ve büyüklerdi ki gökyüzünü kapatıyorlardı. Sanki özenle yerleştirilmiş gibi ağaçların açtığı ufak bir boşlukta  o kudretli ayı görüyordum. Ayın ışığı tek çarem, tek umut kaynağım, tek ışığımdı. Hilal şeklindeki ayı görmek bana huzur veriyordu. Bilmiyorum belkide sevdiğim bir kitap serisinde hilalin önemi büyük olduğu için kendimi koruyucu birinin himayesi altında hissettiriyordu. 

   O cıvıl cıvıl öten serçelerin yerini baykuş sesleri almış, o eşsiz çiçek kokularının yerini de yanık kokusu almıştı. Bir dakika yanık kokusu mu ? Hayır! Hızlıca etrafıma bakınmaya başladım. Etrafta en ufak yangın belirtisi yoktu. Ne yani dümdüz, karanlık bir ormanda nasıl olur da fark edemezdim? 

    Etrafıma bakınırken yine o çığlığı duydum. Uyanmama neden olan o çığlığı. Bu sefer daha uzun sürmüştü. Belki bu onu bulmama neden olabilir diye düşünerek sesin geldiği yönü anlamak için sağa sola koşturup etrafı dinliyordum. Ne bir ışık ne de bir insan görebiliyordum. Bu ürkütücüydü. Ürkünç kelimesi az bile kalır korkutucuydu. Gerçekten çok korkuyordum.

   Dal kırılma sesi duyunca sesin yukarıdan geldiğini anlamıştım. Tam üstümde hatta. Nefes alış verişim düzensizleşmişti. Kısa ve sık nefesler alıyordum.  Boğazım düğümlenmiş gibi yutkunmakta zorlanıyordum. Kısaca vücudum korktuğumu belli etmeye başladı .Babam her zaman korkularımın üstüne gitmemi söyler. Böylece onları alt edebilirmişim. Şu an hiç olmadığım kadar korkuyorum ve şu an hiç de onu alt edebilirmişim gibi gelmiyor. Ayrıca  'alt etme' hiç de düşündüklerim arasında değil. 

    Onu alt etmeyi düşünmüyorum. Ama en azından bakabilirdim. Beni delirircesine korkutan şeyin ne olduğuna bakabilir miydim? Bu cesareti kendimde bulabilir miydim? Cevap tabi ki 'hayır'... Ama deneyebilirdim. Yapabilirdim. Korkmamalıydım. Eğer korkak ve cesaretsiz isem nasıl okul birincisi ile yarışacaktım? Kalan tüm cesaretimle kafamı yukarı kaldırdım. Tabi aniden değil, yavaşça. Göreceğim sahne karşısında ne yapacağımı da bilmiyordum. Büyük ihtimalle ya delirmiş gibi etrafta koşardım ya da olduğum yere oturup ağlardım. 

İSİMSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin