Tepelerin ardından, şafak sökmeye başlıyordu. Sisin yoğunluğu azalmış, atlarsa bir hayli yorulmuştu. Askerler oradan oraya koşuşturuyor, kimisi son yemeğini yiyordu. Cevherci kadınla beraber kalabalığı yararak ilerliyordu. Herkesin gözü Valiant'ın üstündeydi. Çadırlardan merakla çıkan Karanlık Diyarı'nın askerleri, yeni gelen bu kişiye şaşırıyorlardı. Kimse böyle bir ismi burada beklemiyordu. Biraz ileride diğer çadırlardan daha büyük çadırlar vardı. En öndeki çadırın giriş kapısında siyah sancak asılıydı. Demek ki komutan burada diye düşündü. Kadın çadırın önünde durdu attan indi. Valiant ayak uydurmak için kadını taklit etti.
Askerlerden kulağına fısıldamalar geliyordu. Onun hakkında konuşuyorlardı. Hatta bazen askerlerin ağzından dökülen kelimeler Valiant'ın duyabileceği kadar yüksek çıkıyordu.
"Onun gibi biri mi ama niye..."
"Ben olsam rahatıma bakardım sence..."
"Savaşmak için geldiğini sanmıyorum..."
"Kraliyetin ekmeğini artık yiyemeyeceğini anlayınca buraya gelmiş."
Bazı yorumlar Valiant'ı o kadar sinirlendirmişti ki öfkesini güçlükle kontrol ediyordu. Sinirden yüzü kızarmış vaziyette öylece yere baktı. Cevherci kadın arkasına döndü ve Valiant'la konuştu.
"Sakin ol. Buraya yeni gelen herkese böyle davranırlar. Hem ayrıca sen sinirini kontrol etmek zorundasın." Kadının cümlesi bitince gülümseyerek önüne döndü. Bu cümlede bir ima olduğunu sezen Valiant, merakla yanına giderek sordu.
"Ne demek şimdi bu ?"
"Senin gibi diplomatlar eleştiriler karşısında sakin kalır diye düşündüm."
"Ben artık diplomat değilim."
"Güzel cevap ama sana, buna komutan karar verecek demiştim." Valiant , sinirle başka tarafa yöneldi. Başka tarafa yönelince askerlerin ona karşı olan ilgisinin çoktan gitmiş olduğunu gördü. Herkes kendi derdiyle meşguldu. Kılıçlarını bilemekle uğraşanlar, zırhını giyemediği için yardım alanlar... Buradaki insanların durumunu incelemeye başladı. Çoğunun elbisesi yırtıktı. Kir içinde kalan vücutları uzun süredir yıkanmadıklarını gösteriyordu. Kılıçlar, kalkanlar ve zırhlar çok olsada çoğu eskimişti. Bazılarının ayakkabısı bile yoktu. Valiant kendi üstüne bakınca rahatsız oldu. Buraya gelmeden önceki utanç hissi şimdi misliyle daha fazlaydı. Askerlerin içinde kadınlar, gençliğinin baharında çocuklar vardı. Yüzlerindeki masumiyet, savaşın getirdiği nefreti yeni yeni kavrıyordu.
Yemek kazanları kaldırılıyor, etraftaki herkes toparlanıyordu. Dostlar birbirleriyle son kez vedalaşırken birbirlerini bir daha göremeyecek olmalarının ihtimali gözyaşlarına sebep oluyordu. İşte savaş varken savaşmadığınız zamanlarda bile aslında savaşırdınız. Meydandaki savaştan daha çetin bir savaş hemde. Kazanı temizleyen kadınlardan biri çocuğuna sarıldı. Çocuk incecik elbisesiyle kollarını ve bacaklarını kendine çekmiş titriyordu. Etrafındaki insanlar umursamazca işlerini yapmaya devam ediyordu. Zaman sanki Valiant için durmuştu. Kendini gördü, tıpkı aynadaki yansımada görünen kendisi gibi çocuğu gördü. Soğuğu yeniden hissetti, derinlerden gelen üzücü his su yüzüne tekrardan çıkmıştı.
Cevherci kadının yanından ayrılarak çocuğun yanına gitmeye başladı.
"Hey! Nereye ?" Kadının sorusuna aldırış etmeden yürümeye devam etti. Soğuktan titreyen çocuğun önüne çömelerek. Pelerinini kendi elleriyle çocuğun küçük bedenine sardı. Biraz şaşırmış birazda korkmuş olan çocuk pelerinle beraber annesinin bacağının arkasına sığındı. Annesi, minnettar gözler Valiant'a baktı. Soğuk şimdi onu vursada yüreğindeki kıvılcım bütün ruhunu ısıtmaya yetmişti. Çocuk, Valiant'a gülümseyerek baktı aynı şekilde Valiant'da ona gülümsedi. Askerlerin ve diğer insanların bir kısmı olanlara şahit olunca savaşın götürmüş olduğu merhameti yeniden kazandılar. Valiant bunu yaparak aslında çocuğun bedenini değil kendi bedenini ısıtmıştı. Arkadan gelen güçlü ses Valiant'ın irkilmesine neden oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALZALAM
FantasíaKaranlık Diyarlarda kaos hakim olmaya başladığı zamanlarda, diyarın kralı mevkisini ve konumunu kendi halkından daha fazla önemsemeye başlar. Hergün kaybedilen topraklar ülkeyi derin bir kasvete boğarken bu gidişata dur demek isteyen halk örgütlenir...