II

640 26 8
                                    

Çetin bir kış günüydü kaderim sizi bana bahşettiğinde. Hakikati isterseniz siz benim aciz ömrümün iki gün ışığı kadar olan cennetiydiniz.

O akşam bu terk edilmiş dağlara bir ulak geldi payitahttan. Babam Seyyid Efendi'nin bir mesele için yola revan olması buyrulmuştu. O havadis neydi malumatım yoktu hiçbir vakit de olmamıştı.

Köyün kadınlarına bildiğim her ilmi öğretmek için vazifelendirilmiştim babam tarafından. Bilhassa Fars dili ve Kuran dersleri veriyordum hanemde.

Yine böyle bir gündü o mübarek gün. Evimdeki hatunlara ders verdiğim sırada bir atın canhıraş bir feryadı duyuldu az ilerideki ağaçlıkta. İşitenin yüreğinde derin bir yara açacak bu figanla birlikte doğrulduk her birimiz. Kapıyı açmaya kalktığımızda anca hatırımıza düşmüştü peçelerimizi örtmek.

Bahçenin de dışına vardığımızda evvela alnı kırçıl bir atın üzerindeki şuursuz seni ahiren atın bacağı boyunca akan kanı gördüm. Dehşete düşerken adımlarım süratle sizin yamacınıza vardı. Tam o esnada at göğe şahlanarak toprağın koynuna attı sizi ve aynı canhıraş feryat ile uzaklaşıp gitti. Ne yapacağımı bilmez bir vaziyette öylece kalakaldım mübarek gövdenizin yanında.

"Hatunlar tez yardım edin." diye bağırdıysam da bazıları çoktan evlerinin yolunu tutmuştu zira buralarda ecnebiler sevilmezdi.
Kalan birkaç hatun ile koca cüssenizi divanhaneye taşıdık.

Bana cümlelerce nasihat verip ayrıldılar başımdan hemen. Bir an evvel seni buradan göndermem gerektiğini, babamın bu vaziyetten haberi olursa vuku bulacak fenalıkları, bir Seyyid kızı olarak itibarımın zedeleneceği hakkında bin türlü kelam işitmiştim lakin tek bir kelimesi dahi tesir etmemişti.

Sırtınızda derince iki yara vardı, oluk oluk kanayan iki yara. Sadece kan değil yaraların etrafı göz göz olmuş, aklaşmıştı; zannımca iltihaplanmıştı.

Saatlerdir bu vaziyetteydiniz hatta at sırtında. Siz kimdiniz, iyi  veyahut fena kimselerden miydiniz malumatım yoktu yalnızca içimde engel olamadığım bir merhamet serpiliyordu yüzünüze baktığım vakit.

Haya içinde, gözlerim teninizin lüzumsuz yerlerine değmeden sıyırdım gömleğinizi sırtınızdan.

Evvela yaranızı temizledim hemen ardından elimde mevcut olan bitkilerden tesirli bir derman yaptım, niyetim bir nebze dahi olsa sizi iyileştirmekti. Lakin arzu ettiğim gibi olmadı zira ne yaparsam yapayım düzelmiyor sadece vaziyet daha da kötüye gitmiyordu.

Vakit ilerledikçe teniniz bir kor gibi yanmaya başladı aciz ellerimin altında. Bu hararete bir titreme de refakat etti. Netice her geçen saniye ölüme revan olduğunuz yönündeydi lakin içimden bir ses bu hakikati kabul etmiyordu. Dermanınızın bende olduğunu pek ala biliyordum aksi taktirde onca kapı içinden neden benim kapıma göndermişti sizi kader?

Aklımdaki son çareye başvurmak için hazırlandım. Evimizin önündeki büyük ağaçlığın derinlerinde var olan ve oldukça tesirli bir sarmaşığın methini işitmiştim. Bu sarmaşığın özünden çıkan bir yudumunda zehir, bir damlasında ise şifa mevcuttu.
Varlığınızdan mütevellit açmadığım peçemi düzelttikten sonra hızlıca ormanın derinliklerine varmışım. Aradığım şey her neredeyse çok ırakta değildi.
Etraflıca bakındığım zaman yerde beyaz bir kavuğa rast geldim. Biraz daha yaklaştığımda üzerindeki iki ihtişamlı sorgucu da görmüştüm.
Bir kavuk üç sorguçlu ise padişahlık daha az sayıda sorguçlu ise şehzadelik alameti olarak bilinirdi.

Elimdeki kavuğun size ait olduğunu anlamam çok vakit almamıştı. Sizin bir şehzade olduğunuzu ise hala idrak edemiyordum. Yüreğim karanlık çökmek üzere olan o ağaçlıkta öyle şiddetli çarpıyordu ki yerdeki karıncanın, gökteki kuşun malumu olmuştu benden.

Aradığım sarmaşığı da bulduktan sonra elimdeki kavuk ile sizin yanınıza döndüm.

Hararetiniz yükselmemekle birlikte azalmamıştı da. Saraya malumat yollamak aklımdan geçtiyse de bu kar kışta sizi bir felakete sürükleyeceğimden çekinerek bu bahsi kapattım hemencecik.

Sarmaşığın özünü çıkarırken gözlerim bir yandan sedirdeki kavuktaydı. Varlığı ile beni huzursuz ettiği kafi gelmezmiş gibi dikkatimi de tarumar ediyordu. En hayırlısı siz uyanıncaya dek onu gözlerden ırak tutmam gerektiğiydi.

Dermanı hazırladıktan sonra mübarek gövdenizin yanını tekrardan yer edindim kendime. Henüz gözlerinizin rengi ile denk gelmemiştik, hangi talihli renkti acep; içimde mani olamadığım hadsiz bir merak barınıyordu siz bu eve girdiğinizden beri.

Yaralarınızı derman ile kapadığımda acı dolu bir haykırış koptu kurumuş dudaklarınızdan. Az sonra gözlerinizi hafifçe aralayıp yüzüme baktınız. Bir saniye kadar süren bu temastan sonra zorlukla "su" diyebildiniz sadece.

Şuurunuz yerine geldiğinden midir bilmem lakin kendimi sizden sakınma arzusundaydım. Zira ömrüm boyunca namahrem bir erkek ile ne bu denli yakın olmuş ne konuşmuştum. Ay asumanın tam kucağındayken ben sizinle birlikte dinimizde caiz görülmeyen bir vaziyette tektim.
Fakat bu beni rahatsız etmiyordu bilakis içimde daha önce varlığından bihaber olduğum hislerimi huylandırıyordu.

Suyu birkaç damla içebilmiş ardından tekrar uykunun derinliklerine gömülmüştünüz. Bu vakitten sonra sizi iyileştirmek için yapabileceğim tek bir şey kalmamıştı. Artık oturup dua etme vaktiydi.

Rahlemin başına oturmadan önce evin diğer odasına köydekilerin görmesi maksadıyla ışığı kuvvetli 4 mum yakmıştım . Sizinle bu divanhanede sabahı ettiğimi düşünürlerse felaketim olurdu. Lakin siz bu haneye adım attığınızdan beridir hayasız bir cesaretin tohumları ekilmişti yüreğime, yıllardır biat ettiğim usuller ve kaidelerin hiçbir ehemmiyeti kalmamıştı artık.

Siz kimdiniz, zira bir ecnebi için böyle gözyaşlarıyla dua edilmezdi.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Semender 'Tamamlandı' Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin