Elleri uyurken sıkı sıkı göğsünde birleşirdi, yakasını tutar sanki her an hesaba çekilecekmiş gibi, bırakmazdı. Aramıza daima elleri girerdi. Ben sarmak isterdim bazen onu fakat ellerini çekmezdi.
Adımları telaşsızdı fakat parmakları aceleci. Bir şey anlatmak istediğinde heyecanlanır, gözleri beni dinle dercesine parlardı. Gözleri ısrarcıydı. Özenle üzerimde tutar, onu görmemi beklerdi. Usulca sokulup içindeki sıkıntıyı dökerdi bazen kucağıma. Ben ise yorgun olurdum, uyumadan evvel anlattığı sözde birkaç önemsiz detayı dinlemek için çaba sarf ederdim. Bana önemsiz gelirdi o vakit. Tüm gün yorulurdum, ellerim acırdı yaptığım işlerden, bir de ona lütfettiğimi izah edercesine sabırsız gözlerle ve yorgun harelerimle onu dinlemeye çalışırdım. Gücendirirdim içten içe onu fakat önemsemedim.
Keşke önemseseydim.
Okuduğu kitaplardan anlattıkları ve bilgili görünme çabası bazen deli ederdi beni fakat sabırlı görünürdüm. En azından denerdim.
Sıkıldığımı anlardı bazen; sesi sonlara doğru kısılır, heyecanını kaybeder ve benden uzaklaşırdı. Koltukta aramıza giren o birkaç parmak uzaklığındaki soğuğu hissederdim. Bir şey yapmazdım. Çok yorgundum bana göre. Böyle şeylere ne ayıracak zamanım, ne de felsefi sorularına -ona göre bunlar yaşamın hakikatleriydi- yanıt verecek ve buna kafa patlatacak gayretim vardı.
En son cevap vermediğimde gözlerinin dolduğunu hissederdim. Fakat yine yorgundum bana göre. Alttan alınması gereken kişiydim. Tüm gün oradan oraya koşturur, iş güç demeden elimden gelen tüm gayreti gösterir ama bana iki çift kelam etmek isteyen kadını dinlemek için harcayacağım belki birkaç dakikalık gayreti göstermezdim.
"Yemeğini ısıtmıştım, mutfakta. Ekmek bitmişti, sana haber veremedim."
Ona bir telefon dahi almamıştım. Ne olurdu alsaydım... oysaki hiç istememişti benden. İhtiyacı yoktu ki yine bana göre. Zaten o kitapları daha çok severdi. Tüm gün ellerinde onunla şu kanepede oturduğuna ve gün boyu zihnini yaşam üzerine kafa patlatan yazar, şair bozuntularıyla bozduğuna neredeyse emindim.
Onu hiç tanımamışım.
"Onun yerine pilav yaptım, nohutlu."
Severdim... En sevdiğim yemekleri pişirmişti yine. Doyayım diye de ekmek olmadığından bir de pilav için uğraşmıştı.
Gücendiğini anladım.
Ne olurdu birkaç dakika dinleseydim onu can kulağıyla.
Kaşığı pilava daldırdığımda içimin almadığını fark ettim. Hayır, oldukça güzeldi tadı. Yalnızca onu gücendirdiğimden, bana bakmayan kırgın gözlerinden sebep yiyemedim yaptığı nohutlu pilavı.
Ah ulan, dedim kendime. Senden adam olmaz. İşinin peşinde köpek gibi koşturuyorsun; gün boyu seni bekleyen, üstelik kapıda heyecanla karşılayan karını iki dakika dinlemiyorsun. Yazıklar olsun sana. Kalıbının adamı değilsin.
"Zehra," dedim içeri doğru. Odanın kapısını açtım. "Gel birlikte yiyelim." Cevap vermedi ama omuzlarının titrediğini loş ışıktan anladım.
Hiç ses etmedi. Ben de sözde erkeklik gururuma yenilip hafife aldığım nazını çekmeyi kendime yediremedim.
Kapıyı kapatacaktım ki içimden kendime sayıp uyuyan bedenine yaklaştım. Başucundaki ışık yanıyordu. Komodinin üzerinde ince bir kitap vardı. Sade. Onun söylemiyle zarif...
Bu adamları okuyor, sonra böyle böyle olmalı değil mi diye soruyordu bana. Oysa ben ona kimi okuduğunu bile sormazdım.
Kitabı geri yerine bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ve sen gittin Zehra,
Short Story"Ve sen gittin, ve dağ çöktü" İlk yayım 11 A r a l ı k 2021 Bitiş 14 A r a l ı k 2021 Sağ ayağınla, bu dünyayı ürkütmeden içeri gir. Zehra uyuyor, İhsan uyanıyor. Sona ve sonsuzluğa-