Yirminci yüzyıl ütopyasına göre aşk acısı, 'en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı' olarak görülür. Yirminci yüzyılda bile böyleyse neden bir asır sonra sadece bir yıl sürmüyor?
O yıllarda insanlar daha fazla katlanamazken biz neden kendimize bu acıyı yaşatıyorduk?
Özellikle ben neden şu kalbime söz geçiremiyordum. Acıyor kanıyor hatta parçalara ayrılıyor. Neden hâlâ atmaya devam ediyor?
Hissediyorum ellerimin arasında sıkışıp kaldığını nefesimi kesecek kadar acıdığını yine de yüzümde ki gülümseme düşmüyor karşımdakine bakarken.
"Eren şurada ki kafede çok güzel pastalar oluyor. Kahveside çok lezzetlidir. Oraya gitmek ister misin?"
Mavi saçlarında bakışlarımı gezdirirken gülümsememi bırakmadan başımı sallamak ile yetindim. Çoğu insandan farklı görünüyordu. Saç rengi ve aurası ürkütücü olsa da iyi biri gibiydi.
Sasha ile arkadaş olmasından belliydi zaten. Aramızda en temizi oydu. Yaptığımız o kadar şeye rağmen içki bile içmezdi. Hatta bazı zamanlar ailelerimiz bizi ona emanet ederdi. Şimdi onun arkadaşıyla olmak nedense beni huzurlu kılıyordu.
BBirinin aksine nazikti. İnsanlara nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davranıyordu. Bunu en ufak hareketinde bile anlayabiliyordum.
"Kendini üzdüğün o kadar belli oluyor ki Eren."
Bakışlarım dümdüz karşı da iken başımı ona çevirmiştim. Yüzünde bana acıyan bir bakış vardı. Aslında son zamanlarda herkes bana bu şekilde bakıyordu. Nedeni de belliydi zaten.
Elimi perçemlerime atıp geriye attıktan sonra yeniden gülümseme takınıp başımı iki yana sallamıştım. Kafenin ahşap kapısını ittirdikten sonra içeri zil sesi dolmuştu. Noel zamanı olsa gerek etraf tamamıyla noel süsleri ile doluydu. Hatta içerde büyük bir yılbaşı ağacıda vardı.
İçim ısınırken kafenin sıcaklığı yüzüme vuruyordu. Etrafa bakındıktan sonra duvar tarafında orta masaya geçmiştim. Ayato karşıma otururken masanın üzerindeki ellerimle oynuyordum.
"Gayet tatlı bir yermiş okul çıkışları buraya gelebiliriz."
Ulan adamı resmen randevuya davet ediyordum. Bakışlarımı kaçırıp dururken kafeyi dolduran çan sesiyle kapıya dönmüştüm. Kafamı duvara vurmamak için zor dururken gürültülü grup yan masamıza yerleşmeye başlamıştı. Omzundan sarkan elektrosu onu daha da çekici gösteriyordu. Kulağındaki piercinglerden bahsetmiyordum bile.
"Bana uyar."
Elimi sıkan el ile bakışlarım çaprazımda olan kişiden çekilip karşımdaki kişiye dönmüştü. Ellerini hemen geri çekmesi naif gülümsemesi benide gülümsetmişti.
Stresten dolayı bacağımı titretip duruyordum. Kesinlikle yan tarafa bakmamalıydım. Fakat Hange'nin yüksek sesli kahkahaları biz burdayız diyordu resmen. "Huzurlu bir şekilde kahve bile içemeyeceğiz anlaşılan."
Üzerindeki deri ceketi çıkarırken kaşlarını çatarak söylenmesi kıkırdamamı sağlamıştı. Başımla onu onayladıktan sonra menüyü önüme koyan garsonla elime menüyü alıp meraklı bakışlarımı menüde dolaştırmıştım.
"Frambuazlı cheesecake ve elma çayı istiyorum."
Garson başını salladıktan sonra Ayato sadece americano istemişti. Garson yan masaya dönerken Ayato ile muhabbet etmeye başlamıştım. "Ne okuyorsun?"
![](https://img.wattpad.com/cover/282488556-288-k656285.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Foreign-Riren
Fanfiction"Anlamıyorsun Armin. O üniversiteye ne olursa olsun girmem gerek." Ya yıllar önce ki eski sevgilinizi hala seviyor olsaydınız? Onun okuduğu üniversiteye gitmek için uğraşır mıydınız? Ben yapardım. Onu kendime yeniden aşık etmek için her şeyi yapardı...