twenty seven

1.7K 176 79
                                    

Jake

Tanrı hepimizi bir şekilde sınardı. Bir kısım hastalıkla sınanırken diğer bir kesim yoklukla mücadele ederdi. Herkesin kendince verdiği farklı bir sınavı vardı elbet. Kendimi bildim bileli bir sürü şeyle sınanmıştım. Yokluk, açlık, parasızlık. Fakat hiç bir sınav sevdiklerimizle sınanmaya benzemezdi. Mesela ben, bildiğiniz üzere, annesiz büyümüş ve babasını da daha çok küçükken kaybetmiş biriydim ama canımın daha önce hiç bu kadar yandığını hatırlamıyordum. Gözümü açtığım ilk günden bu zamana kadar yanıbaşımda olması, beni koruyup kollaması mıydı babaannemi bu kadar farklı kılan? Sevgisine inandığım sayılı insanlardan olan babaannemin artık var olmadığı gerçeği miydi beni bu kadar sarsan? Bundan sonra aynı olacak mıydı hayatım?

Kafamda bir sürü soru vardı. Sunghoon'un masaya bıraktığı kahvemden bir yudum aldım. Sıcak kahve, ağamaktan ve bağırmaktan iyice hasar görmüş boğazımı yakıyor gibi hissetmiştim. Aklıma gelen bir konuşma, elimi bir an olsun bırakmayan Sunghoon'a dönmemi sağaldı.

"Geçen gün annemle yaşananları anlatmak için babaannemi görmeye gittiğimizde babaannem bana ne demişti biliyor musun?" Sunghoon merakla beni dinliyorken konuşmaya devam ettim. "Eskiden ben ölüp gidersem tek kalacaksın diye çok korkuyordum. Bu yüzden her gece ömrüm biraz daha uzasın diye dua ederdim. Karşına iyi insanlar çıkarsın, gözüm arkada kalmasın, huzurunu görmeden ölmeyeyim diye çok dua ederdim. Tanrı Sunghoon'u bu içten dualarıma cevap olarak mı gönderdi bilmiyorum ama iyi ki gönderdi. Artık ölsem bile gözüm arkada kalmayacak. Senden tek ricam Sunghoon'u üzme ve annene bir şans tanı."

Gülümseyerek tekrarladığım cümleler, Sunghoon'u da gülümsetmişti. Tanrı biliyor ya gülümsediğinde dünyalar benim oluyordu. Elini yüzüme çıkardı ve asla kurumayan göz yaşlarımı narin parmakları yardımıyla sildi. Sanki dün sabah kavga etmemişiz gibi, yine bir birimize sığınıyorduk. Gerçi benim artık Sunghoon dışında sığınabileceğim biri yoktu. Kollarımı ince belinde doladım. Kafamı boynuna gömdüm rahat nefes almak adına.

"Jake, annen geldi." dedi bir kaç dakikadır bahçede dolanan Heeseung içeri girerek. Kafamı tamam anlamında salladım. Muhtemelen haberi hemen almıştı çünkü zaten gözü hep üzerimdeydi. Anne ve oğul olarak tanıştığımız andan bu yana -ki bu yaklaşık 2 ay ediyordu- sürekli benimle ilgileniyor, bir ihtiyacım var mı diye kontrol ediyordu. Benden önce gelip babaannemle konuşmuş, onun affına sığınmış ve hayatıma girmek için ondan izin istemişti. Hayatımda yer edinmek için verdiği uğraşlar göz ardı edilemeyecek kadar çoktu.

Kapıdan içeri girdiğinde Sunghoon onu kısaca selamlamış evin mutfak kısmında bekleyen dayısının yanına gitmişti. Annem hiç zaman kaybetmeden kollarını bana sardığında ben de ona sarılmış, sanki geceden beri ağlayan ben değilmişim gibi hıçkırarak ağlamaya başlamıştım.

"Babaannem öldü." dedim hıçkırıklarımın arasından."Bir daha portakallı kurabiyelerinden yiyemeyeceğim, bu eve gelmek için bir sebebim olmayacak ve en önemlisi onu bir daha hiç göremeyeceğim."

Sunghoon'un da benimle beraber ağladığını duyuyordum. Burun çekme ve hıçkırık sesleri kulağıma ulaşıyordu. Yaklaşık iki gündür uykusuzluğa direnen vücudum, annemin sıcak sarılışı ve sırtımı sıvazlamalarına karşılık kendini uyku moduna almıştı.

Bir kaç gün süren cenaze işlemleri bittiğinde yurda geri dönmeye karar vermiştik. Ne konuşacak, ne ağlayacak enerjim yoktu artık. Sunghoon, çantamı aldi ve elimi de kavrayarak annemin arabasından inmemi sağladı.

crush culture' jakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin