Sopa saplandı gaddar kuma, öyle ki bir an için çıkaramayacağını sandı Anua. İsmi şimdiden zihninde silikleşen o maskeli kızın verdiği sopaydı bu, Lilia mıydı kızın ismi, yoksa Layla mı?
Neyse elindeki bu demir sopa başta ufacık bir şeyken, yanındaki düğmeye basmasıyla bir kaç katman halinde aşılmış, nerdeyse Anua'nın boyunu geçmişti. Ucunda ise bir çengel değilde ufak bir topuz vardı ama şaşılacak kadar hafifti. Bir kaç adım daha attı Anua ve artık kum tepesinin üzerindeydi, tırmanması işkence gibi gelen bu tepeyi sonunda yenmişti. Suratında ufak bir gülümseme belirdi. Derin bir nefes almasıyla boğazı parçalanacak gibi oldu ve ileri doğru öğürdü. Bir kaç defa öksürüp, aksırmasından sonra yeniden gözlerini açtı ve emin adımlarla ileride çadır olmasını umduğu silüete doğru ilerledi. Oysa ki gördüğü bu çadır arkasında yükselen kalenin yanında bir hiçti.
Açıkçası bu haliyle Anua'ya heybetten ziyade umutsuzluk aşılıyordu. Bir birine kaynatılmış tonlarca metal parçasından oluşturulmuş gibi gözüken kalenin iki yanından sonu belli olmayan surlar uzanıyordu. Bir kaç adım daha attı, bu sırada kum fırtınası durulmuştu. Kalenin dibindeki ufak duman bulutunun arasında parıldayan kırmızı gözleri fark etmesiyle hafifçe geriledi, bu üç metrelik silüet karşısında dehşete düşmüştü. Sağ elindeki sopayaya yaslanmış uzun adamda tıpkı çölde onu karşılayan yabancılar gibi maske takıyordu ama bu maske daha farklıydı çok daha ürkütücüydu. Maskenin ağız kısmından uzun domuz dişlerini andıran iki uzantı vardı.
O sırada koluna yapışan soğuk bir el hissetti ve onu hafifçe çekip fısıldadı
"Sakın kıpırdama!"
Anua dona kalmıştı, kafasını çevirip bu tırtıklı sesin sahibine bakmak istedi ama gözlerini karşısında yanıp sönen kırmızı ışıklardan alı koyamıyordu.
"Sadece yavaşça eğil, yavaşça!"
Aynı elin onu yavaşça çekmesiyle önce dizlerinin üzerinde çöktü, kısa süre sonraysa tamamen yere uzanmıştı. Sonunda yüzünü görebilmişti bu garip adamın, ortalama onun yaşlarında yani oldukça genç bir adamdı ve yüzündeki endişeyi asla unutamayacaktı.
"Tamam, sakin ol. Kalepazara ana kapıdan giremezsin, bunu bilmiyor musun?"
Anua öylece bakıyordu.
"Nesin sen, dilsiz falan mı? Neyse, o zaman sana yolu göstereyim."
Dediği gibi Anua'nın o kadar sürede tırmandığı tepeden aşağıya kaydı ve kumların arasından ona el salladı. Bir an için geri dönüp o garip şeye bir kez daha bakmak istedi ama sonradan bunu yapmaması gerektiğini anladı, korkunç bir tangırtı tüm çölde yankılandı ve Anua telaşla kendini tepeden aşağıya saldı.
"İşte burası." Dedi Klaud, epey ağır gibi gözüken metal kapağı kaldırırken "Kalepazara girmenin en güvenli yolu, gerçi hala çökme riski var ama neyse, çok önemli değil."
"Sen buralarde yenisin her halde?" Diye devam etti Klaud "Sonuçta herkez ana kapının çölfedaileri tarafından korunduğunu bilir ve kimseye acımazlar. Onlar hakkında soru sorma çünkü bende pek bir şey bilmiyorum."
Anua'nın ise soru sormak gibi bir niyeti yoktu zaten, ama açıkçası o çölfedailerinin burada görebileceği en normal şey olmasından korkuyordu.
"Peki o zaman, buraya neden geldin? Bir gezgin falan mısın? Çünkü eğer öyleysen yerinde olsam bir kervana katılırdım, çünkü buralarda yanlız yolculuk etmek intihar demek ama buraya kadar gelmişsin, nereden geldin?"
Anua yine sustu çünkü cevabı o da bilmiyordu, zaten bilse bile cevaplayamazdı. Zira ne kadar denesede bir türlü anlamlı bir ses çıkaramıyordu. Dakikalarca öksürmüş, öğürmüş olsa da sesini toparlayamıyordu ve konuşmaya çalışmak ona acı veriyoru.
"Peki." Dedi Klaud "En azından beni anladığına dair bir işaret ver."
Anua hızla kafasını salladı, uzun zaman sonra gerçekten bir insan ile iletişim kurmuş ve o güveni hissetmişti. Bunu kaybedemezdi.
Dar tünellerde yürüdüler, tavan metal çubuklarla desteklenmişti. Bir an için üzerilerinde ki tonlarca kumu bu ince metal sopaların tuttuğunu fark etti. Artık bir an önce buradan çıkmak istiyordu.
"Neredeyse geldik! Bak kapak hemen şurada."
Anua hızla kapağa atıldı ve tek koluyla kaldırmaya çalıştı ama Kalud kolunu aniden çekip parmağını dudaklarına götürerek ona susmasını söyledi.
Oluşan bu garip sessizlikte kapağın ardından gelen sesleri duydu Anua.
Bağrışmalar ve anlamsız sözler arasından duyulan silah sesleri Anua'da korkudan çok garip bir heyecan yaratmıştı. Sanki tüm bunlara alışık gibiydi.
"Siktir! Yine mi?" Dedi Klaud.
"Bak burada beklersek eninde sonunda bizi bulurlar, kapağı açtığımda var gücünle koşmaya başlayacaksın, beni takip et yeter. Tamam mı?"
Anua yine başını salladı.
Üçten geriye saydı Klaud ve demir kapağı tüm gücüyla ittirdi. Kapağın kumlara çarpıp toz kaldırmasıyla fırladı Anua, Klaud başta arkadan gelsede kısa sürede Anua'yı geçti ve karşılarındaki kerpiç evlere koşmaya başladı.
Bir an için etrafına bakındı Anua, bir sürü peçeli adam derme çatma silahlarla birbirine girmişti, yerlerde ise yine peçeli cesetler vardı. Ayağı bir şeye takıldı Anua'nın ve yüzü koyun düştü, yanında ise peçesi hafifçe açılmış bir ceset vardı. Doğrulmasıyla bunu ufak bir kız çocuğu olduğunu fark etti, mavi gözleri ve soluk teniyle donuk bir tablo oluşturmuştu.
"Hadi!" Diye bağırdı Klaud, ama Anua'nın toparlanmaya vakti yoktu. Arakasından garip bir bağırış duydu, anlamadığı bir dildeydi ve kızın küçük parmakları arasında tutuğu silahı fark etti. Dokunsa kırılacak gibi duran ince parmakların arasından silahı alırkan garip bir suçluluk duydu Anua, ve silahı doğrultup tetiği çekti.
Tam alnından vurulmasıyla yere tığılan adamın peçesi açılmış yere saçılan beyin parçaları yavaşça kuma gömülüp yok olmuştu. Bunu nasıl yaptığını bilmiyordu ama bundan suçluluk duymadığına emindi.
Yeniden ayağa fırladı Anua ve kerpiç evlere koşarken arkasından savurduğu silahı bazen rastgele, bazen ise arkasına attığı ufak bakışlar ile ateşliyordu. Kimi mermisi hedefini bulurken kimisi kumlara saplanıp kalıyordu.
Sonunda ufak bir ara sokağa daldı, burası sanki ban başka bir yer gibiydi. Koşuşturduğu sokağa ufak bir pazar kurulmuş neredeyse her cins ürün satılmaktaydı, Anua ise koşarken bir kaç masayı devirdi.
Ufak taştan bir sütunun arkasına saklandığı sırada sızlayan sağ bacağına baktı. Tek bir mermi sıyırıp geçmişti.
Yine onları gördü, peçeli adamlar pazarı dağıtarak ilerliyordu, yolun öbür tarafına da baktı Anua ve dehşete düştü başka peçeliler etrafını sarmıştı, bunlar bir tür çete olmalıydı.
Ama bir anda hepsi durdu, silahlarını indirdiler sanki bir şeyden korkmuşlardı, ve onları gördü Anua. Motorlarının sesleri tüm çölde yankılanıyordu. Ve sonunda durdular ufak bir motorcu çetesi gibiydiler, her biriken abartılı kıyafetleri ve ellerinde absürt silahlar vardı. Biri hariç, motordan zarifçe inen bu adam oldukça iyi giyimli ve kibar birine benziyordu.
Anua yeniden koşmaya hazırlanırken sağ omzunda keskin bir acı hissetti. Omzuna saplanan iğneyi çekip çıkarırken afalladı. Sağa sola bakındı bir süre ve çatıda onu gördü, elinde tuttuğu uzun namnulu silahının üzerinde çatlak bir dürbün vardı. Suratındaki lanet maske yüzünden neye benzediğini bilmiyordu. Bir anda her şey kararmaya başladı Anua için, sert baş ağrısının eşliğinde sanki dünyanın dönüşünü hissedebiliyordu.
Aniden yere yığıldı, Son gördüğü ise o motorcuların yanında ki şık giyimli adamın ona attığı şaşkın bakış oldu. Sip siyah sağ gözünün yanında altından yapılmış bir bilye gibi gözüken sol gözü kafasının sol yarısını kaplayan altın bir proteze yerleştirilmişti. En azından Anua'nın silikleşen son anısı buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anuand
AbenteuerAyakkabısını büyük bir güçlükle çıkardı Anua ve ters çevirdiği gibi yığınla kum diğerlerinin üzerine döküldü. Her yerde kum vardı en kötüsü parıldayan güneş onları ısıtıyor ve üzerinde yürümesini imkansız hale getiriyordu, en azından gündüzleri böyl...